Yıl başında ekonomi dibe vurduğunda 3 kritik adım atıldı: 1) Bazı sektörlerde vergi indirimleri yapıldı. Özel tüketim vergisi beyaz eşya ve elektrikli ev aletlerinde yüzde 6.7’den sıfıra, mobilyada yüzde 18’den 8’e çekildi. Gayrimenkulde 150 metrekarenin üzerindeki konut teslimlerinde KDV oranı yüzde 18’den 8’e indirildi.
Tapu harcı ise binde 20’den 15’e indirildi. Bu vergi teşvikleri sayesinde bu sektörlerde talep canlandı. Üretici soluk aldı. 2) Kredi Garanti Fonu sistemi ile teminat sorunu olan özellikle küçük ve orta boy ölçekli şirketlere hazine kefaletiyle borçlanabilme imkânı getirildi.
Taze kredi bulamadıkları için zorlanan şirketler yaklaşık 200 milyar liralık krediye kavuştular, onlar da soluk aldılar. 3) Şirketlerin sosyal güvenlik kurumu prim ödemeleri kısmi olarak ertelendi.
Böylece şirketler kesimi yaklaşık 11 milyar liralık bir prim yükünü 10 ay erteleyerek bir anlamda sıfır faizli kredi kullanmış oldular. Bu da prim yükü altındaki şirketlere soluk aldırdı.
Bu 3 adım sayesinde ekonomi beklenin de üzerinde büyüdü, tırmanan işsizlik frenlenebildi. Ama her şeyin olduğu gibi, teşviklerin de bir sonu vardır, olmalıdır da. Eylül ayı sonundan itibaren normale dönüş başladı. ÖTV ve KDV oranları ile harçlar tekrar eski seviyelerine yükseldi. KGF kapsamında verilen kredilerin geri ödemeleri başladı. Ve ertelenen SGK primlerinin ödenme zamanı geldi.
Bağımlılık yapabilir
Sektörlerden bu teşviklerin uzatılması yönünde talep var ama bu tip teşvik uygulamalarında en doğrusu baştan süreyi ve olabiliyorsa miktarı koymaktır.
Aksi takdirde uyuşturucu etkisi gibi bağımlılık yapar, ekonomilerde yeni sorunlara yol açar. Bu 3 adımla yapısal sorunların çözümünün hedeflendiğini sanmıyorum.
Anayasa referandumu gibi kritik bir seçimin olduğu dönemde yola çıkarken kafalarda zordaki işletmelerin soluk alması ve bir can suyu etkisi yaratılması vardı. Soluk alındı ve şimdi teşviklerin olmadığı ortamda büyümenin normal seyrinde sürmesi gerekiyor. Burada mesele normalin ne olduğudur.
Bunu da gelecek aylarda göreceğiz. Eğer yeni doping olmazsa son iki çeyrekteki gibi yüksek büyüme hızları görmemiz zor ancak ilk çeyrekteki gibi düşük bir düzeye de inmemesi gerekir. Aksi takdirde onca teşvik boşa gitmiş, kamu maliyesi boş yere yükün altına sokulmuş olur. Önümüzdeki aylar, özellikle 2018’in ilk çeyreği bu nedenle önemlidir, çünkü Türkiye ekonomisi bir anlamda “yeni normal”iyle tanışacaktır.
Blockchain ve bitcoin...
Dünyanın önde gelen bankaları “blockchain teknolojisi”ne yatırım yapmaya başladılar. Son olarak JP Morgan blockchain teknolojisini kullanarak yeni bir ödeme ağı oluşturdu. Haber beni şaşırttı çünkü “blockchain”i dünyanın en çok tanınan kripto parası olan bitcoin’den dolayı biliyordum ve JP Mogan Ceo’su Jamie Dimon geçmişte bitcoini yerden yere vurmuştu.
Oysa öğrendim ki, blockchain bitcoin’den daha eski bir teknoloji. Verilerin güvenli ama merkezi olmayan bir şekilde depolanması ve yönetilmesi için tasarlanmış. Kökeni 90’lara kadar gidiyor.
BKM kitabını çıkardı
İşlemlerin kayıtlarının tek bir bilgisayarda değil de milyonlarca bilgisayarın oluşturduğu bir ağda tutulmasına imkân veren bir kayıt sistemi. Bunları Bankalararası Kart Merkezi (BKM) Genel Müdürü Soner Canko’nun gönderdiği “Blockchain 101” adlı kitaptan öğrendim. Ahmet Usta ve Soner Doğantekin tarafından yazılan kitabı BKM okuyucu ile buluşturdu. Kitap benim gibi teknolojiye mesafesi olan insanların da anlayacağı şekilde “blockchain”i anlatıyor.
Blockchain internetten sonraki en büyük dijital ağ. Kolay, hızlı, güvenli ve maliyeti aşağı çektiği için JP Morgan gibi bankaların ilgisi çekti ama ilgi sadece finans sektörüyle sınırlı kalmayacak. Lojistikten perakendeye kadar birçok farklı alanda uygulamaları görmeye başlayacağız.
Bu fırsat kaçmaz, ‘eve’ çekidüzen verme vakti...
Geçen cuma piyasalar kapandığında ortalık nispeten sakindi. Ama hafta sonunda neler oldu, neler?
Irak’ta merkezi yönetime bağlı güçler Kerkük yakınlarındaki özerk Kürt yönetimin elindeki petrol sahalarının kontrolünü almak üzere hareket geçtiler.
Trump İran’la 2015 yılında varılan anlaşmayı teyit etmeyeceğini açıkladı.
Avusturya’da seçimleri sağcı Kurz kazandı ama tek başına hükümet kuramayacağı için oy patlaması yaşayan aşırı sağcılarla koalisyon kurmak zorunda kalacak. Kurz Türkiye konusunda olumsuz, “Müzakere hemen kesilsin” diyor.
İspanya’da ise Başbakan Rajoy Katalan liderin bağımsızlık ilan edip etmeyeceğini açıkça belirtmesi için süre verdi. Ana ticaret pazarımız Avrupa’daki her sorun bize yansır.
Bunlar sadece iki güne sığan dünya ve Türkiye piyasalarını ilgilendiren dört gelişmeydi. Vize ve Kore gibi krizler bu listede yok. Böyle ortamda yatırımcı olmak zor.
Nitekim bu gelişmeler pazartesi sabahı TL’ye, petrol fiyatına, euro/dolar kuruna ve borsalara yansıdı. En iyi yatırım stratejisi defansif olmak galiba.
Normal koşullarda böylesine önemli jeopolitik olayların piyasalara etkisinin daha yüksek boyutlu ve uzun süreli olması beklenirdi ama son yıllarda olumsuz etkiler normale göre daha sınırlı kalıyor.
“Ekonomiler ve piyasalar bu tür şoklarla o kadar sık karşılaştılar ki artık bağışıklık kazandılar” diyebiliriz ama değil. Asıl cevap, piyasalardaki para bolluğunda yatıyor. Merkez bankaları 2008’den sonra trilyonlarca dolarlık parayı piyasalara pompaladılar. Ultra düşük faiz ortamında park edecek yer ve tatminkâr getiri arayan küresel likidite jeopolitik şoklarla karşılaşınca kısa süreli bir riskten kaçınmanın hemen ardından tekrar aynı piyasalara yöneliyor.
Bu bir yandan da bizim gibi dış finansman bağımlısı ekonomiler için şans. IMF bile gelişmekte olan ekonomilere “Fırsat bu fırsat, ortada bu kadar para varken yararlanın, evinize çekidüzen verin” tavsiyesi yapıyor. Merkez bankaları eninde sonunda bu paraları tamamen olmasa da büyük ölçüde geri çekecekler.
O zaman finansman maliyeti artacak, hükümetler daha yüksek faizlerle borçlanacak, jeopolitik olaylar piyasalarda daha etkili olacak.