Seçim sonrası ekonomide acil ilgi bekleyen sorunlarımız var: Enflasyon, işsizlik, cari açık, özel sektör borcu ve kamu maliyesi. Bunlara 2019 yerel seçimi öncesi sıkı tedbir gelir mi?
Seçimden sonra göreve kim gelirse gelsin kucağında çözüm bekleyen birkaç temel ekonomik sorun bulacak.
Mesele seçimin ardından bu sorunların çözümüne odaklanılabilecek mi? Kolay değil. 24 Haziran seçimleri öncesi yaşananlar, verilen vaatler ve seçim ekonomisi uygulamaları gösterdi ki 2019 baharında yerel seçimlerin yapılacak olması yakın bir vadede sıkı önlemler içeren bir paket olasılığını zayıflatıyor.
Ekonomideki sorunları sıralayın desek, uzun bir liste çıkarmak mümkün ama Türkiye ekonomisinin acil ilgi bekleyen 5 sorunu var:
Enflasyon...
- Enflasyon yüzde 12.15 ile son 13 yılın zirvesinde. Görünen o ki önümüzdeki aylarda yüzde 15’e doğru tırmanmaya devam edecek. Yılın son çeyreğinde gerilese bile yüzde 5’lik hedefin çok çok üzerinde bir enflasyon ile bu yılı kapatacağız.
Diğer ülkelerin düşük enflasyonla mücadele ettiği bir dönemde Türkiye dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip birkaç ülkesinden biri oldu. Yüksek enflasyon geçmişi olan bir ülkeyiz. Bu düzeylerdeki enflasyonun yarattığı sorunları iyi biliyoruz.
Faizlerin yüksek seyretmesine yol açar, yatırımları caydırır, büyüme kapasitesini daraltır, gelir adaletini daha da bozar.
- Düşük büyüme döneminde unuttuğumuz kronik cari açık sorunumuz yine kendisini gösterdi.
Ekonominin canlanmasıyla dış denge de bozulmaya başladı; cari açık milli gelirin yüzde 6’sını aştı. Yılın geri kalanında yüksek faiz ve kurun etkisiyle bozulma durabilir, hatta biraz da iyileşebilir ama bu durum yapısal cari açık sorunumuz olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Yüksek cari açık
Yüksek cari açık vermeden büyüyemiyoruz. Dış finansmana bu kadar bağımlı olmak bizi dünyanın en kırılgan ekonomileri arasına sokuyor. Üretimde kullanılan ithal girdilerin payının yüksek olması çözüm bekleyen acil bir sorun.
- Her ne kadar mart ayında işsizlik oranı yüzde 10.1’e gerilese de çift haneli bir rakam Türkiye’nin tarihsel ortalamalarının çok üzerindedir. Genç nüfusun ise yüzde 17.7’si işsiz.
İşsizlik sorunu
Ne eğitimde ne de bir işte olanların oranı yüzde 21.8. Gençlerin yoğun istihdam edildiği turizm sektörünün canlanmasıyla bu oranlar bir ölçüde aşağı geldi gelmesine ama bu düşüşe rağmen işsizlik oranlarının mevcut seviyesi rahatsızlık verici.
İşgücünün kalitesi ise ayrı bir sorun. Genç bir nüfusumuz var diye kendimizi demografik açıdan şanslı saysak bile eğitim ve beceri yönünden yüksek kalitede bir işgücü havuzuna ne yazık ki sahip değiliz.
- Türkiye 2001 krizi sonrası kamu borcunun GSYH’ye oranını önemli ölçüde aşağı çekti.
Öte yandan, özel sektör borçluluğu arttı. TL borçlar belki sorun değil ama özel sektörün döviz cinsi borçlarındaki artış sorun yaratabilir. Özel sektörün yurt dışından kullandığı uzun vadeli kredi borcu 2002’de 22 milyar dolarken bu yıl nisan itibarıyla 225 milyar dolar oldu.
Buna ek olarak 20 milyar doların üzerinde de kısa vadeli borcu var. Asıl çarpıcı rakam, reel sektörün üzerindeki kur riski. Toplam döviz cinsi yükümlülükleri döviz varlıklarının yaklaşık 225 milyar dolar üzerinde.
Mevcut döviz cinsi varlığıyla reel sektör döviz borçlarını karşılayacak durumdan çok uzakta. Yani ciddi bir kur riski baskısı var. Eskiden kur riski Hazine’nin üzerindeydi, şimdi ise özel sektör kuruluşları taşıyor.
Yerel seçim etkisi
- Kamu maliyesi son 15 yılda ekonominin en güçlü tarafıydı ama son aylarda gözle görülür bozulma var. İlk 5 ayındaki bütçe açığı geçen yılki açığın yüzde 78 üzerinde. Cari açığın ve enflasyonun kontrolü için hem merkezi yönetim hem de genel devlet dengesinde belli düzeyde faiz dışı fazla verilen bir döneme ihtiyaç duyulabilir.
Özetle, birçok alanda sıkı duruş gerekli. Daha düşük enflasyon, daha dar cari açık ve daha sıkı kamu harcamalarının yer alacağı bir resmin büyüme oranı daha düşük olacaktır. Anahtar soru şu: Seçim sonrası ülkeyi yönetecek siyasi yapı 2019’da yerel seçimler öncesi siyaseten böyle bir duruşu göze alır mı?
Ekonomi yönetimi nasıl şekillenir?
Seçimin ardından yeni cumhurbaşkanlık sisteminin başlamasıyla ekonomi yönetiminde de önemli değişiklikler olacak. Değişiklik derken genel müdürlerin, başkanların ve müsteşarların değişmesinden bahsetmiyorum.
Belki onlar da değişecek ama asıl değişim kurumsal ve organizasyonel düzeyde olacak. Şu anda farklı bakanlıklar bünyesinde yürütülen ekonomi yönetimi tek elde olmasa bile daha az elde toplanabilir. Buna bağlı olarak ekonomi yönetiminde etkili kuruluşların organizasyon yapıları da değişebilir.
Seçimi kazanacak adaya göre aksiyonlar değişecektir ama Hazine Müsteşarlığı’nın ve Maliye Bakanlığı’nın bazı birimlerinin birleştirilmesinden tutun da Ekonomi Bakanlığı’nın Ticaret Bakanlığı’na dönüştürülmesine, Kalkınma Bakanlığı’nın bazı birimlerinin Sanayi Bakanlığı ile bir araya getirilmesine kadar birçok söylenti ortada dolaşıyor.
Ekonomi yönetiminin oldukça dağınık olan yapıdan kurtarılması uzun yıllardır dillendirilen bir adımdı.
Çin ne yapabilir?
ABD Çin’den yaptığı 50 milyar dolarlık ithalata ek tarife getirmiş, kıyamet kopmuştu.
Şimdi ise 200 milyar dolarlık daha ithalata yüzde 10’luk bir ek vergi getirmeye hazırlanıyor. Çin ise karşılık vereceğini açıkladı ama detaylandırmadı. O da ABD’den ithalatına ek vergi koyabilir ama büyüklükler aynı değil. ABD Çin’den geçen yıl 506 milyar dolarlık ithalat yapmış, Çin ise 130 milyar.
Yani vergi artırımı yoluyla kısasa kısas zor. Çin’de faaliyet gösteren ve milyarlarca dolar kâr eden Amerikan şirketlerinin üzerine gitse olmaz. Çünkü bu şirketler Çin ekonomisine ve istihdamına çok önemli katkıda bulunuyorlar.
Daha da önemlisi, kendi ülkelerinde üretip Amerikan halkına satmak yerine, Çin’de üretip Amerikalılara satıyorlar. Hangi Çinlinin aklından bu düzeni bozmak geçer ki?
Geriye kalıyor tahvil kozu. ABD’liler tasarruflarının çok üzerinde harcıyorlar. Bunu da borçlanarak yapıyorlar. ABD Hazinesi’nin borçlanmak için çıkardığı tahvillerin çok önemli bölümü Çinlilerin elinde.
Yani Çinliler ABD Hazinesi’ne oldukça yüksek miktarda borç vermişler. Bu tahvilleri elden çıkarmaya kalksalar, tahvillerin fiyatları düşer, ABD Hazinesi duvara çarpar ve daha yüksek faizlerle borçlanmak zorunda kalır.
Ama Çin’in elindeki miktar öyle bir anda elden çıkarılacak kadar düşük değil. Tam 1.1 trilyon dolarlık bir stoktan bahsediyoruz.
Bugün elden çıkarmaya başlasa daha ilk 250 milyar dolarlık kısmını satamadan piyasa çöker; Çin ise elinde değeri iyice düşmüş tahvillerle kalakalır. Büyük zarara uğrar.
Dolayısıyla, bu da yol değil. Olsa olsa elindekilerin vadesi doldukça yeni tahvil almak yerine alımlarını azaltabilir. Bu hem Çin’i zarardan korur hem de ABD Hazinesi’nin, borçlanma maliyetini çok sert olmasa da artıracağı için, canını yakmış olur. Galiba yapılacak olan da bu.