Orta Vadeli Program (OVP) dün 3 bakanın katıldığı bir basın toplantısıyla açıklandı. OVP kamu ve özel kesim için öngörülebilirliği artıracak bir yol haritası olduğu için üzerinde derin analizler yapılmasını hak eden belgelerdir. Açıklamanın sona ermesiyle yazının gazeteye gönderilmesi arasındaki yaklaşık iki saatlik sürede hızla üzerinden geçip dikkat çeken bazı noktaları özetlemeye ve yorumlaya çalıştım.
- Program dönemi boyunca yıllık yüzde 5.5 gibi Türkiye ekonomisinin yüzde 4.8 olan potansiyel büyüme oranının üzerinde bir hızla büyümesi öngörülüyor. Bu sayede yüzde 11 dolayına yükselen ve ciddi bir sorun haline gelen işsizlik oranın gerileyerek 2019’da ancak tek haneye inmesi arzulanıyor.
Üçüncü yılın sonunda işsizlik oranı yüzde 9.6’ya inecek ama bu rakam bile Türkiye’nin 2013 yılındaki işsizlik oranın oldukça üzerinde. Büyümenin yüzde 5.5’in altında kalması halinde zaten yüksek olan işsizliğin düşmek bir yana daha da yükselmesi kaçınılmaz olacak. Bu nedenle OVP büyüme ve istihdam odaklı bir yapıya oturtulmuş.
Üç yılda tarım dışı kesimde 3 milyon 367 bin kişiye istihdam yaratılması hedefleniyor. Böylesi bir hedefi ancak ve ancak arka arkaya birkaç yıl boyunca yüksek büyüme oranları sağlayarak gerçekleştirmek mümkün olur.
- OVP’de jeopolitik gelişmeler ile içeride ve dışarıda yürütülen askeri operasyonların etkisi görülüyor. Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın da dikkat çektiği gibi, son yıllarda çevremizde meydana gelen jeopolitik olaylar ve değişen dengeler Türk Silahlı Kuvvetleri’nin caydırıcı gücünün artırılması ihtiyacını doğurmuş. Hem TSK’nın güçlendirilmesi hem de operasyonların finanse edilebilmesi için kaynak yaratılmak istenmiş. Bunun için vergi artışlarına başvuruluyor.
Vergi artışları
- Vergi artışlarında ise geleneksel alanlara yönelinmiş. Finans sektöründe kurumlar vergisi yüzde 20’den 22’ye yükseltiliyor. Şaşırtıcı değil. Geçmişte olduğu gibi şimdi de kaynak arayışı halinde ilk başvurulan sektör 2017’de yüksek kar artışları açıklayan finans kesimi oluyor. Motorlu taşıtlar da her zaman olduğu gibi payını almış.
Dağıtılmayan kârlardan yüzde 1 kesintiyle şirketler kesimi ve gelir vergisinin üçüncü diliminde oranın 3 puan artırılması ile üst gelir grubu ve kira gelirlerinde götürü oranının aşağı çekilmesiyle rant gelirleri hedeflenerek yükün paylaştırılması yoluna gidilmiş. Sonuçta, toplumun her kesiminin hissedebileceği bir vergi artışı paketi ortaya çıkarılmak istenmiş. Böyle bir paketin harcamalar, büyüme ve enflasyon üzerindeki olası etkileri ayrı bir yazıda ele almak gerekir. Normal koşullarda vergi artışının büyümeyi sınırlayıcı etki yapması beklenmez mi?
- Vergi tedbirleriyle yaratılacak gelir büyük ölçüde savunma amacıyla kullanılacağı için 2016 ve 2017 yıllarında bozulan mali dengenin iyileştirilmesi kademeli ve düşük boyutlu olacak gibi. Bu yıl GSYH’nin yüzde 2’sine ulaşan bütçe açığı üç yıl sonunda yüzde 1.6’ya inecek ama bu haliyle bile 2016’daki 1.1’in üzerinde kalacak.
Faiz dışı fazla
- 2018-20 döneminde toplam gelirlerin faiz dışı harcamaların çok üzerinde artması öngörülmüş. Bütçede tekrar faiz dışı fazla verilmesi demek bu. Geçmişte yapılmamış bir şey değil. 2001 sonrası dönemde böylesi bir politika başarıyla uygulandı.
Bu dönemde hem bütçe dengesi iyileşti, hem kamu borç stoku düşürüldü, hem büyüme makul ve sürdürülebilir bir patikaya oturtuldu, hem de enflasyon aşağı çekildi. Ancak o zaman güçlü bir program ve AB rüzgârıyla da desteklenen bir hikaye vardı.
- İhracat bu yıl toparlanırken büyümeye de ciddi katkı sağlamıştı. 2017 sonunda 156 .5 milyar dolarlık bir rakama ulaşılması bekleniyor. 2020 için ise 195 milyar dolarlık bir hedef açıklandı. Üç yılda yüzde 25’lik bir artış demek bu. İthalatta öngörülen artışın da üzerinde.
Her yıl yüzde 5.5 büyüyeceksek ve üretimde ithal girdi oranı yüksek seviyelerde seyrederken zor hedef. Konjonktürde çok lehimize görünmüyor. En büyük ihracat pazarımız Almanya ve ikinci pazarımız Irak ile ilgili belirsizlik tahmini zorlaştırıyor. 2015 sonu ve 2016 başındaki devalüasyondan kaynaklanan kur desteği de olmayabilir.
Yüzde 5 enflasyon hedefi başarılı olacak mı?
- Enflasyona ilişkin önceki OVP’lerden çok da farklı olmayan niyet beyanları var. Kalıcı fiyat istikrarına odaklı para politikasının sürdürülmesinden söz ediliyor ama bu politika şu ana kadar başarılı olamadı.
Ayrıca yapısal sorunların giderilmesi ve 2014’ten beri konuşulan gıda enflasyonundaki oynaklığın azaltılmasından bahsediliyor. Sonuçta halen yüzde 11 dolayındaki enflasyonun kademeli düşüşle 2020’de yüzde 5’e indirilmesi, zor bir hedef...
- OVP dönemi boyunca küresel koşulların bize yardımcı olacağı varsayılıyor. 2008-2017’de ortalama yüzde 3.3 büyüyen dünya ekonomisinin OVP döneminde yüzde 3.7 büyüyeceği tahmin edilmiş. Gelişmekte olan ülkelere sermaye akımlarının devam edeceği ve küresel ticaretin artış hızının yüzde 3.9’a yükseleceği öngörülmüş. Petrol fiyatlarının “makul” düzeyde seyredeceği varsayımı yapılmış. Buna göre 3’üncü yıl sonu ham petrolün varil fiyatı 60 dolar görülüyor. Oysa dün 58 doların üzerindeydi. 2018-20 dönemi ABD, Avrupa ve İngiltere’de faiz artırımlarının olacağı ve geçmişte piyasalara verilen likiditenin çekilmeye başlanacağı bir dönem olacak. Yani bizim gibi ekonomiler açısından bazı zorlukları ve belirsizlikleri içeriyor.
Balon patlar mı?
Piyasalardaki lakabı Doktor Kıyamet. Gerçek adı ise Marc Faber. İsviçreli ünlü bir yatırımcı ve yorumcu. İlginç öngörüleriyle öne çıkan bir isim. Son yaptığı tahminde doların kısa vadede yüzde 5 hatta daha fazla değerlenebileceğini ancak uzun vadede görünümün hiç de iyi olmadığını öngörmüş. Kötümserliğinin nedeni Trump ve Amerikan yönetiminin politikaları.
Faber geçmişte, haklı çıktığı bazı tahminlerle öne çıktı. Tutmayan öngörüsü de olmadı değil. Piyasalar, yuvarlak konuşmak yerine bu tip keskin ve köşeli tahminlerde bulunanları her zaman haklı çıkmasalar bile sever ve takip ederler. 2013 Kasım’da CNBC-e’de “İster birinci sınıf, ister ekonomi uçun fark etmez. Bindiğimiz uçak düşecek, kemerlerinizi bağlayın. Varlık balonlarına bu gözle bakın, altın dışındaki tüm fiyatlar yapay bir şekilde şişkin ve inecek” demiş, bu sözleri çok konuşulmuştu.
Faber haziran ayında Amerikan piyasalarının dev bir balonun içinde olduğunu ve bu
Faber’in dolarla ilgili öngörüsüne katılıyorum, son bir yılda diğer paralar karşısında yüzde 10’un üzerinde değer kaybeden dolarda kısa vadede bir toparlanma olabilir, nitekim bu toparlanma son bir haftada kısmen oldu. Ancak uzun vadede euro ve sterlin faizlerinin de artmaya başlayacağı dikkate alındığında doların görünümü çok parlak değil.
Balon konusunda durum biraz daha karışık. Bir krizin adımları bir önceki krizden çıkış sırasında atılırmış. Şimdi de aynısı oluyor. Ekonomileri canlandırmak için yaratılan likidite bolluğu tüm varlıkların fiyatlarını şişirdi, bir sonraki krize zemin hazırladı. Mevcut durumda merkez bankaları balonların havasının kontrollü, yavaş ve kademeli bir şekilde indirilmesi konusunda oldukça hassas. Faiz artırırken de ve dünya piyasalarına pompalanan trilyonlarca doları geri çekerken de oldukça ihtiyatlı hareket ediyorlar. Bu nedenle yakın bir gelecekte bir kriz çıkacağı öngörüleri gerçekleşmeyebilir.
Akıllara “Bu likidite bolluğunun Türkiye’ye etkisi nedir?” sorusu gelebilir. İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince’nin Kadife Şahin ile yaptığı “Finans Sohbeti”nde dediği gibi, “Bugün dünyada ciddi bir finansal piyasalar kaynak fazlalığı söz konusu... Arada tıkanma oluyor ama gelgitler arasında dünya ekonomisi kaynak fazlasını gelişmekte olan piyasalara aktarmaya devam ediyor.” Bu bolluk nedeniyle eskiden piyasaları altüst edecek jeopolitik gelişmelerin etkisi oldukça sınırlı kalıyor.