İş adamları hiç faiz artsın, kamu harcamaları kısılsın isterler mi? Genelde istemezler, çünkü işlerine gelmez. Ama istediler. İş dünyasının iki önemli örgütü TOBB ve TÜSİAD ekonominin önemli bir bölümünü temsil ediyor. İki örgütten bu hafta ortak bir açıklama geldi. Medyada 5 maddelik reçete olarak adlandırılan bu açıklamada, altına birçok iktisatçının hemen imza atacağı beş çağrı yapıldı. Özetle denildi ki:
1) Kurun istikrara kavuşması için daha sıkı bir para politikasına geçilsin. Oysa sıkı para politikası faizlerin daha da artması demek. Daha yüksek faiz ise halihazırda ciddi bir finansman yükü altında olan TOBB ve TÜSİAD üyeleri için daha da yüksek finansman maliyeti demek.
2) Sıkı para politikasını destekleyecek tasarruf tedbirlerini içeren maliye politikası en kısa sürede açıklansın. Bu daha sıkı maliye politikası ve kamu harcamalarının kısılması demektir. Aynı “daha sıkı para politikası”nda olduğu gibi böyle bir adımın atılması durumunda da iki örgütün üyeleri acı çekeceklerdir. Çünkü kamu harcamalarının kısılması kamunun özel sektörden yaptığı mal ve hizmet alımlarını da kapsıyor.
3) Enflasyonun kalıcı düşüşü için güven verici somut bir yol haritası bir an önce hazırlansın. Bu çağrı çok önemli çünkü yükselen enflasyon ortamı iş dünyası için ciddi bir belirsizlik yaratıyor, yatırım iştahını kısıyor.
4) AB ile ilişkiler yeniden olumlu bir çerçeveye kavuşturulsun. Bu çağrı aslında iki kuruluşun da uzun bir süredir üzerinde durduğu bir nokta. Çünkü eğer bir eksen olacaksa bu illaki AB olmalıdır. AB bizim en büyük ve en istikrarlı ticaret ortağımız, yatırım kaynağımız, turizm partnerimizdir. Ne kadar yakınsak da Gümrük Birliği ile Türk sanayii çağ atlamıştır, rekabet gücü kazanmıştır. AB hikâyesinin güçlü olduğu dönemler Türkiye ekonomisinin parlak dönemleri olmuştur. Son günlerde AB Komisyonu Başkanı Juncker’den, Merkel’den ve Çipras’tan gelen açıklamalar AB ile ilişkilerde son 2-3 yılda yaşanan kötüye gidişin tersine çevrilmesi için ümit verdi. Bu işin sonunda yine AB’ye tam üye olamayacağız. Ama onlar bizi almak istiyormuş, biz de AB’ye üye olmak istiyormuş gibi yapmaya devam etmemiz önemlidir. AB hikâyesinin devam etmesi Türkiye’ye yönelik bakışı olumlu etkiler, sermaye girişini sürdürür.
5) ABD ile mevcut sorunların stratejik ortaklık çerçevesinde diplomasi yoluyla acil çözümü için çaba gösterilsin. Bu konuda sadece TÜSİAD ve TOBB değil, TAİK ve ABD Ticaret Odası gibi her iki taraftan başka iş örgütleri de yaşanan krizin iki ülkenin de çıkarlarını tehdit ettiğini söylüyorlar. Başkanların ağırlıklarını koymaları suretiyle diyalog yoluyla çözülmesini tavsiye ediyorlar. Bunlar klasik kriz çağrıları olarak görülebilir ama bazen siyasetin yetmediği durumlarda iş dünyasının bu tür çağrı ve girişimleri çözüme ulaşılmasını kolaylaştırabilir. Bu nedenle kulak verilip desteklenmelidir.
Kısacası, iş adamları orta ve uzun vadede rahatlamak için kısa vadede kendilerini zorlayacak adımların atılmasını istiyorlar.
8-9 yıl önce popüler olan ‘mali kural’ı hatırladınız mı?
Maliye ve Hazine Bakanı Berat Albayrak “Gerekirse mali kural uygulanacak” deyince konu tekrar popüler oldu. “Tekrar” diyorum, çünkü mali kural konusu bundan 8-9 yıl önce oldukça popülerdi. Türkiye IMF ile stand-by programını sonlandırdıktan sonra yoluna mali kuralla devam etmek istedi. Bu konuda uzun mesailer harcandı, neredeyse ülkedeki tüm tarafların görüşleri alındı ve nihayetinde bir mali kural oluşturdu. Çalışma bir kanun taslağı haline getirildi ve tam Meclis’e sevk edilecekken rafa kaldırıldı. Oysa amaç “Hükümetleri cendereye sokmadan, çocuklarımız, torunlarımız için öngörülebilir bir Türkiye ekonomisi” yaratmaktı. Süreçten sorumlu zamanın Başbakan Yardımcısı Ali Babacan oldukça umutluydu, tasarının Meclis’ten geçmesini bekliyordu. Ama “Meclis takvimi çok sıkışık. Gündem yoğun. Tasarı yeni yasama dönemine kalsın” denildi ve bir daha ses soluk çıkmadı.
Uzun vadeli öngörü
Mali kural neydi? Neden önemliydi? Amaç mali politikalara uzun vadede öngörülebilirlik kazandırmak ve mali disiplini kalıcı hale getirmekti. Bir de ilk bakışta herkesi ürküten formülü vardı: sa = - 0.33 (a (t-1) - 1) - 0.33 (b - 5). Karışık değil mi? Formüldeki sa genel yönetim açığının gayri safi yurt içi hasılaya oranında yapılacak uyarlama; a (t-1) bir önceki yılın genel yönetim açığı/gayri safi yurt içi hasıla oranı, b ise reel gayri safi yurt içi hasıla artış hızı. Evet, karışık bir formül ama ürkütmesin; mantığı basit: İşlerin iyi gittiği yıllarda tasarruf edilecek; kötü gittiğinde bu tasarruflar sayesinde harcamalar artırılabilecek. Üç tane ana oran var.
Rafa kaldırılmıştı
Bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 1 olacak ve büyüme hızı yüzde 5 olarak öngörülecek. Bir de yüzde 0.33’lük yani 1/3’lük bir katsayı vardı. Bütçe açığını milli gelire oranının yüzde 1’de tutulduğu ve GSYH’nin ise yüzde 5 arttığı bir ekonomi Türkiye için ideal değil mi? Amaç bu ideale yaklaşmak ve bunu sürdürebilir kılmaktı. Eğer sapma varsa ertesi yıl üçte bir oranında uyarlama yapılacaktı.
Mali kural hükümetlerin seçim ekonomisi uygulamasını oldukça zorlaştıracaktı. Bu nedenle siyaseti ürküttü. Eğer mali kural o zaman rafa kaldırılmayıp Meclis’ten geçirilmiş olsaydı, Türkiye ekonomisi bugün daha farklı bir noktada olabilirdi. Mali kural ekonomi için önemli bir çıpa olacaktı. Ekonomilerin bu tür çıpalara ihtiyacı vardır. Bunlar, IMF çıpasına ihtiyaç duymadan yola devam etme imkânı yaratırlar.