Hafta içerisinde IMF tarafından senede iki kere hazırlanan Dünya Ekonomik Görünümü raporu yayımlandı. Raporda 2016 ortasında ivmelenen global ekonomik büyümenin daha da yayıldığı ve güçlendiği vurgulanıyor. Öte yandan, global büyümenin sağlığını tehdit eden en önemli unsurlardan biri olarak korumacı ticaret politikaları öngörülmüş.
Korumacı ticaret politikaları neden dünya büyümesini ve refahını tehdit eder? David Ricardo bu soruyu 1800’lerde geliştirdiği “Mukayeseli Avantaj” teorisiyle açıkladı. Örnek vererek anlatalım. Bir doktor düşünelim. Diyelim ki bir saat çalışması sonucu 500 TL’lik katma değer üretiyor. Bu doktor aynı zamanda çok da güzel yemek yapıyor. Profesyonel bir aşçı saatte 50 TL’Lik yemek pişirirken doktorumuz saatte 100 TL’lik yemek yapıyor olsun. Bu durumda doktor her iki işi de yapsın der miyiz? Hayır. Çünkü doktorun bir saat yemek yapması durumunda o sürede doktorluk yapmadığı için 400 TL zararı var. Yani doktorluk yapması mukayeseli olarak daha avantajlı. Buna karşılık aşçı zaten doktorluk yapamadığı için o bir saatlik sürede yemek yapıp doktora satarsa bu işten hem doktor hem de aşçı kazançlı çıkıyor.
İşte uluslararası ticaret de bu prensip üzerine kurulmuş. Bu prensibe göre yapılan uzmanlaşma üretimi mukayeseli maliyeti daha düşük bölgelere taşıdığı için bazı gruplar dezavantajlı duruma düşebilir. Yukarıdaki örnekten devam edecek olursak, aşçımız düşük değeri olan yemek satıp yüksek değeri olan sağlık hizmetleri alması durumunda “cari açık” verecektir. Ancak burada yapılması gereken, ülkenin kapılarını ticarete kapatmak ve “Her şeyi kendimiz üretelim” anlayışına geçmek değil, bilakis, global ekonomik entegrasyonu artırarak, dezavantajlı grupların rekabetçi gücünü artıracak önemler almaktır. Trump’ın uygulamaya koymak istediği korumacı politikalar, hem bu prensipleri zedelemesi hem de yarattığı belirsizlik ortamı nedeniyle üretkenlik ve yatırımları azaltacak bir risk olarak görülmektedir.
Raporun Türkiye bölümü
Raporda Türkiye ile ilgili neler söylemişler diye baktığımızda şunları görüyoruz: Gelişmekte olan ülkelerdeki enflasyonun tartışıldığı kısımda Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerde doğru para politikası sonucunda enflasyon beklentilerinin azaldığı, Arjantin ve Türkiye gibi ülkelerde ise enflasyonun merkez bankası hedeflerinden yüksek olduğu ve sıkı para politikasıyla beklentilerin çıpalanması gerektiği vurgulanmış. Ayrıca ABD ve İngiltere’nin faiz artırım sürecine girdiği bir dönemde Türkiye’nin dış borcunun yarattığı yüksek riskten duyulan tedirginlik dile getirilmiş.
Türkiye ile ilgili bir diğer yorum, gelişmekte olan ülkelerdeki büyümenin tartışıldığı kısımda yer alıyor. Burada Türkiye ekonomisinin yine “potansiyelin üzerinde” büyümesinin beklendiği, bunda da bir taraftan dış talep koşullarının, bir taraftan da genişlemeci maliye politikası, KGF, makro ihtiyati politikalar ve destekleyici para politikasının rolü olduğu söylenmiş. Bu noktada potansiyel üstünde büyümenin makbul sayılmadığını ve enflasyonist baskı yarattığını bir kez daha hatırlatmakta fayda var.