Hafta başında gelen enflasyon rakamı ekim itibarıyla senelik enflasyonun yüzde 25’e ulaştığını gösterdi. Enflasyondaki mevcut baskının esas olarak kurdan gelen maliyet baskısı olduğunu ve hızla yükselen fiyatların beklentileri bozarak kendi kendisini besleyen bir sarmal oluşturduğunu bir süredir dile getiriyoruz.
Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) olarak çarşamba günü düzenlediğimiz etkinlikte enflasyon konusunu masaya yatırdık. Etkinliğin ana tema konuşmasını yapan eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, enflasyonla etkin mücadele edilebilmesi için hükümet ve Merkez Bankası’nın beraber hareket etmesi gerektiğini söylerken, ciddi ve samimi bir iletişim politikasıyla konulan enflasyon hedefinin tutturulacağına dair yaygın bir inanç oluşturulmasının şart olduğunun altını çizdi. Başkan Yılmaz bir merkez bankasının büyüme konusunda vereceği en önemli katkının fiyat istikrarı olduğunu belirterek, sürdürülebilir büyüme için enflasyonun hedefe çekilmesi gerektiğini vurguladı.
Enflasyonun etkileri
Enflasyon sokaktaki vatandaşın hayatını doğrudan etkiliyor. EAF olarak etkinlik öncesinde Twitter üzerinden yapmış olduğumuz basit bir ankette katılımcılara 2018 yılında maaşlarına yapılan zam oranını sorduk. Katılımcıların yüzde 36’sı hiç zam almadıklarını söylerken, sadece yüzde 15’lik bir kesim yüzde 20 üzerinde zam aldığını ifade ettti. Bu rakamlar katılımcıların yüzde 85’inin reel gelirinin enflasyon karşısında ciddi şekilde eridiğini gösteriyor.
Etkinliğin ikinci kısmında söz alan sektör temsilcileri enflasyonun değişik sektörleri ne şekilde etkilediğine açıklık getirdiler. Sigortacılık, bankacılık, inşaat, gıda ve turizm sektörlerinden gelen panelistlerin ortak vurgusu, yüksek enflasyonun başlı başına bir belirsizlik unsuru olduğu, belirsizlik ortamında risklerin ve fiyatlama davranışlarının bozulduğu ve bu şartların genel olarak sektörlerde yavaşlama ve kârlılık kaybına sebep olduğu şeklindeydi.
Enflasyonun altında yatan sebep kur şoku olup, kurda da oldukça oynak bir süreç yaşanması belirsizlikleri daha da artıran bir ortak sorun olarak dile getirildi. Türkiye gibi ithal ara malına dayalı üretim yapan ve dış borcu yüksek bir ülkede kurda yaşanan yükselişin maliyetler üzerinde yarattığı olumsuz etkilerin altı çizildi. Bu belirsizlik ortamının üretimde ertelemelere sebebiyet verebildiği dile getirildi.
Öte yandan, yaşanan yüksek enflasyon bir taraftan maliyetleri artırırken, bir taraftan da alım gücünde bir zayıflama yarattığı için üretici zayıflayan talep karşısında maliyeti tam olarak tüketiciye yansıtamıyor. Özellikle de fiyatlamaların beklenen enflasyon göz önünde bulundurularak bir dönem önceden yapıldığı hesaba katıldığında enflasyonda yaşanan yukarı yönlü sürprizler kâr paylarında azalma, borç ödeyememe ve faaliyet alanlarının daralması risklerini beraberinde getiriyor.
Sonuç olarak, “enflasyon pahasına büyüme” gibi bir alternatifimiz olmadığı, enflasyonun ekonomiyi yavaşlatan bir faktör olduğu ve bu nedenle fiyat istikrarının sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme için ön şart olduğu konferanstan çıkarılacak önemli bir sonuç oldu.