Herkes “Kimse Lübnan’a müdahale etmesin” diyor, ama aslında yakından uzaktan ilgili kim varsa, bu ülkeye bir şekilde karışıyor.
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin İran güdümlü Hizbullah’ın kendisine karşı bir komplo hazırladığı gerekçesiyle Suudi Arabistan’a sığınıp oradan istifasını ilan ettiği günden beri ortaya çıkan
tablo bu...
Lübnan birdenbire bölgenin yeni kriz odağı oluverdi.
Oysa Lübnan son zamanlarda nispeten sakin ve istikrarlı bir ülke olarak görünüyordu.
Gerçekte Lübnan, çoğu Arap ülkesinde görülmeyen birtakım meziyetlere sahip. Nüfusu çeşitli etnik, dinsel ve mezhepsel kesimlerden oluştuğu halde, her grubu temsil eden bir siyasi yapısı var. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık başta olmak
üzere yönetimle ilgili kurumlara toplumun çeşitli kesimlerine mensup kimseler getiriliyor. Böyle bir dengeye ve uzlaşma anlayışına dayandığı için Lübnan’daki sisteme “konsensüslü demokrasi” deniyor...
Devlet içinde devlet
Başbakan Hariri’nin geçen yıl kurduğu koalisyon hükümetinin önemli bir ortağı da Hizbullah. Son yıllarda Lübnan’da bir siyasi parti olarak da epey güçlenen Hizbullah’ın ayrıca düzenli bir askeri kanadı var.
İran’la sıkı bağlar kuran Hizbullah’ın sessizce bir nevi devlet içinde devlet kurması ve Lübnan hükümetinin tarafsızlığını korumak istemesine rağmen kendi silahlı güçlerini Suriye’ye Esad’ı desteklemek için göndermesi, ülkede büyük rahatsızlık yaratmıştır.
Dış görünüşteki sükûnet ve istikrarın gerisindeki bu rahatsızlık nihayet Hariri’nin Riyad’a kaçıp istifa etmesiyle bir kriz olarak patlak vermiştir. Hariri bu kararının nedenini İran ve Hizbullah’ın komplosuna atfederken, Tahran ve Hizbullah da bu olayı ABD güdümlü bir Suudi Arabistan tertibi olarak göstermiştir. Ayrıca Hariri’nin Suudilerin elinde rehin tutulduğu da iddia edilmiştir.
Hariri ise bir TV kanalı vasıtasıyla Beyrut’a birkaç güne kadar döneceğini ve hatta yeni bir hükümetin kurulmasını müzakere edebileceğini duyurdu ve istifa kararını da Lübnan halkını harekete geçirmeye yönelik bir “pozitif şok” olarak nitelendirdi.
Kriz üstüne kriz
Bu olayın şok dalgasının nasıl yayılacağını kestirmek zor.
Yanıtı henüz belli olmayan bir sürü soru var ortada:
Hariri döndükten sonra istifadan vazgeçip yeni bir hükümet kurmak için Hizbullah’ın bunun dışında tutulmasında ısrar edecek mi? Hizbullah bunu kabul eder mi? Hele Hariri’nin ve partisinin Hizbullah’ın Suriye ve Yemen’deki askeri faaliyetine son vermesi şartı gerçekleşebilir mi?
Bütün bu çekişmede, Suudi Arabistan’ın Hariri’nin, İran’ın da Hizbullah’ın arkasında olduğu unutulmamalı.
Evet, “Kimse Lübnan’a müdahale etmesin” deniyor, ama açıkçası bu lafta kalıyor... Öyle kaldıkça da Lübnan krizi devam eder...