Bundan üç yıl önce Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs adası açıklarında zengin doğal gaz yataklarının var olduğu ortaya çıktığı zaman, bunun Kıbrıs anlaşmazlığının çözümünü kolaylaştıracak yepyeni bir motivasyon oluşturacağı söylenmişti...
Öyle ya, şimdi adadaki iki halkın refah düzeyini yükseltecek bir imkân doğuyordu. Denizin dibinden çıkarılacak doğal gaz Türkiye bağlantılı bir boru hattından Avrupa piyasalarına sevk edilecek, bundan herkes kazançlı çıkacaktı...
Bu, tarafların ve ilgili ülkelerin bir an önce Kıbrıs meselesinin çözümü için
özel bir çaba harcamalarına değmez miydi?
O günlerde BM başta olmak üzere uluslararası diplomasi bu yönde faaliyete geçti ve taraflara bu fikri telkin etmeye çalıştı. Fakat çok geçmeden, bu “motivasyon”un da müzakerelerde bir işe yaramadığı görüldü. Nitekim müzakereler gene eski temel noktalarda takıldı ve sonuçta görüşmeler kesildi.
Üstelik bu kez, suların dibindeki enerji yatakları, taraflar arasında yeni bir anlaşmazlık ve gerginlik kaynağı oldu.
Çatışma riski
Son zamanlarda bu konu sadece adadaki iki toplumu değil, Türkiye ile Yunanistan’ı, hatta Türkiye ile AB’yi de karşı karşıya getirdi. O kadar ki tırmanan gerginlik, şimdi açık denizde bir sıcak çatışma tehlikesini dahi yaratmış bulunuyor...
Bu duruma gelinmesinde en önemli neden kuşkusuz Rum yönetiminin Türk tarafının görüş ve isteklerini dikkate almadan, tek yanlı hareket etmesi, arama faaliyeti için yabancı şirketler ve ülkelerle anlaşması, Münhasır Ekonomik Bölge ilan ederken de Türk kesimini görmezden gelmesidir.
Bu tavır Türkiye’nin devreye girmesi ve Rumların başlattığı sondaj faaliyetini önlemeye yönelik bazı askeri tedbirler alması sonucunu yaratmıştır. Örneğin Güney Kıbrıs açıklarında dev İtalyan şirketi ENI’nin arama girişimi, Türk hücum botlarının engellemesiyle akamete uğramıştır. Aynı şekilde bir Amerikan şirketini devreye sokma çabası da en azından şimdilik sonuç vermemiştir.
Ne var ki Doğu Akdeniz’de suların birdenbire bu şekilde ısınması, meselenin uluslararası boyutlar almasına yol açmıştır. Geçen hafta sonu AB Zirvesi, Türkiye’nin bu engelleme faaliyetini kınamış ve AB’nin dayanışma içinde Kıbrıs Rum yönetimini desteklediğini vurgulamıştır.
Yarar-zarar hesabı
Açıkçası, AB ve uluslararası camianın geniş bir kesimi bu meselede Güney Kıbrıs’ı Kıbrıs Devleti olarak tanıdığı -ve KKTC’yi tanımadığı- için böyle bir tavır sergiliyor. Ve sonuçta Türk tarafının adadaki varlığını ve haklarını görmezden geliyor.
Ancak açık denizlerde zecri engelleme faaliyetiyle istenen sonucun alınıp alınmayacağını ve bunun ne gibi başka komplikasyon yaratabileceğini iyi hesaplamak lazım.
Denizin dibindeki enerji zenginliklerinden istifade etmek isteniyorsa (ki amaç da budur) bunun adadaki iki halkın ortaklaşa gayreti ve ilgili ülkelerin de katkısıyla gerçekleşmesi şarttır. Aksi halde, bundan kazanç değil, zarar çıkar...