İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul Zirvesi’nde Kudüs konusunda alınan kararların hayata geçirilmesi için ilk adım atıldı ve mesele Birleşmiş Milletler’e taşındı.
Bu inisiyatifi yürütme görevini BM Güvenlik Konseyi dönemsel üyesi Mısır üstlendi. Arka planda Türkiye, Filistin ve İngiltere’nin de katkılarıyla hazırlanan bir karar tasarısı, Mısır tarafından Konsey’e sunuldu.
Bir veto riskini önlemek umuduyla taslak metni çok dikkatli ve ılımlı bir üslupla kaleme alındı. Örneğin Trump yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına değinilmedi, İstanbul Zirvesi’nde ABD aleyhinde sarf edilen sözlerin hiçbiri kullanılmadı. Buna karşılık muğlak ifadelerle Kudüs’ün demografik yapısının ve statüsünün tek taraflı kararlarla bozulmaması istendi. Ayrıca metinde, bu meselenin İsrail
ile Filistin arasında müzakerelerle çözülmesi gerektiği vurgulandı...
Bu yumuşak haliyle dahi, karar metninin vetosuz kabul göreceği zaten çok şüpheliydi. Nitekim ABD bu kez karara karşı vetosunu kullanmakta tereddüt etmedi. Sonuçta Konsey’in 15 üyesinden 14’ünün (buna İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de dahil) kararı desteklemesi ile ABD, şimdiye kadar görülmemiş bir yalnızlığa düşmüş oldu.
Kim takar?..
Türkiye dahil, bu kararla ilgili çalışmaların sponsoru durumundaki ülkeler, Güvenlik Konseyi’nin de ABD’nin vetosunu kullanması ihtimalini hesaba katarak bir sonraki adımı da, yani meseleyi
196 ülkenin üye olduğu Genel Kurul’a taşımayı planlıyor. Genel Kurul’da kimsenin veto hakkı yok, ama buradan ancak üçte iki çoğunlukla çıkabilen kararlar Güvenlik Konseyi kararları gibi “bağlayıcı” (veya zorlayıcı) değil, sadece “tavsiye” niteliğinde sayılıyor.
Bu durumda Genel Kurul’dan İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki Kudüs talepleri doğrultusunda bir kararın çıkıp çıkmayacağı, çıkarsa da bunun fiilen
ne kadar uygulanacağı da başka bir soru işareti...
Bütün bunlar, Kudüs krizinin halli için Birleşmiş Milletler’e fazla bel bağlamamak gerektiğini gösteriyor.
Ne yazar?
Güvenlik Konseyi’ne sunulan karar tasarısında dikkati çeken husus, Kudüs krizinin Filistin-İsrail müzakereleri yoluyla halledilmesi çağrısını içermesidir.
Başkan Trump’ın alevlendirdiği bu krizin ne şiddet ve çatışmayla, ne meydan okuma ve kınamalarla, hatta ne de BM kararlarıyla sona erdirilemeyeceği, çözümün mutlaka müzakere masasında aranması gerektiği bir gerçek.
Uluslararası camiada bu doğrultuda bir görüş oluşuyor. Kremlin sözcüsü geçen hafta Rusya’nın resmi tutumunu bu yönde açıkladı. AB yetkilileri benzer bir tutum sergilediler. Ürdün Kralı Abdullah dahi İslam Zirvesi’ndeki konuşmasında çözüm için müzakerelerin önemini vurguladı.
Barış süreci ölü noktadayken ve gerilim tırmanırken müzakerelerin başlaması için diplomasi çarkını kim çevirecek?
Bu da karanlıkta kalan bir soru...