Suriye’nin “toprak bütünlüğünü savunan” Türkiye’nin bu “siyasi hedefini” gerçekleştirmesi işlevsel bir strateji üretmesiyle mümkün. Bu stratejinin beş bileşeni/operatif alanı olduğu söylenebilir. Bunlar hızla gündeme giren İdlib’in istikbali. PKK’nın organik parçası, SDG/PKK-PYD’nin (Suriye Demokratik Güçleri) durumu. Türkiye’nin “Suriye muhalefeti” olarak tanımladığı ÖSO’nun, askeri ve sivil unsurlarının kaderi. Büyük sayılara varan, geçişken, karmaşık mülteci sorunu. Son olarak iç savaş sonrası “yabancı/yerli terörist savaşçıların ve cihatçılığın geleceği.
Beş alan, hukuki, insani, siyasi, diplomatik ve güvenlik bakımından birbirlerini etkilemekte, dahası, dönüştürmektedir. Ayrıca, stratejinin işlemesi, farklı devlet kurumlarının yakın iş birliğini, ortak anlayışını gerektirmektedir. Öte yandan, her biri farklı karakterde ve çözüm için de farklı süreye ihtiyaç duyulmaktadır. Dahası, stratejinin odaklanacağı hususların her biri salt Türkiye’nin kontrol ve yönetebileceği konular olmayıp, farklı yönleriyle uluslararası boyuta sahiptir.
Bu gün Tahran’da, Rusya, Türkiye ve İran siyasi liderleri İdlib konusunu tartışıyorlar. Toplantı öncesi sahada yaşananlar, açıklamalar, tarafların henüz ortak bir hedef ve yaklaşıma sahip olmadıklarını gösteriyor. Rusya, İran ve Esad, İdlib’in askeri yöntemlerle “temizlenmesi” konusuna kararlı. Önceden belirlenmiş hedeflere topçu atışı ve hava saldırıları yapmaları, ABD’nin istihbarata dayalı “timsah gözyaşları” bunu doğruluyor.
İdlib bir yönüyle de Rusya, Türkiye ve İran politik iş birliğinin test alanına dönüşmüş durumda. Türkiye’nin ileri sürdüğü kaygılar, “sivillerin zarar görmesi, mülteci akımı, radikallerin diğer bölgelere yayılması” konusu masada olacak. Putin masaya “siyasi düzeyde” rahatlatıcı önerilerle gelecektir. Örneğin, “teröristlere yönelik mikro cerrahi operasyonların zararsız sonuçları” ve siviller için “güvenli cepler inşa etmek” gibi. Oysa sonuçları masadaki vaatler değil, savaşın doğası belirleyecektir. Böyle bir karar çıkması halinde konu siyasi düzlemden operatif düzleme indirgenecektir. Gelişmeleri belirleyen ise sahada yaşananlar olacaktır. Başka bir ifadeyle, İdlib’de sorunları istihbaratçılar ve askerler kendi yöntemleriyle çözecektir.
Savaşın belirsizliklerle dolu doğası, asimetrik karakteri, sınırların belli olmadığı, sivillerin içinde, şehirlerde yürütülecek olması sonucu siyasilerin temennisine göre belirlemeyecektir. Yine, ayaklanmayı bastırmada sivil ölümlerini, kamuoyunu dikkate almayan, militanları mutlaka öldürülmesi gereken düşman olarak gören Rus/İran askeri kültürünü ekleyince harekâtın masada olandan farklı cereyan edeceğini ileri sürmek yanlış olmaz.
Böyle bir süreçte Türkiye’nin dikkat etmesi gereken en önemli husus, İdlib etrafında dizilmiş, birbirinden kopuk “gözlem noktalarındaki askerlerinin” güvenliğidir. Noktaların kuvvet yapısı, konumlandığı yerler, militan gruplarla ilişki biçimleri “çatışmasızlık” varsayımına göre belirlenmiştir. Oysa şimdi her şey hızla değişmektedir. Bu nedenle, gerek “terörist” saldırılar, gerekse “dost atışı (!)” hepimizi kaygılandırmalıdır.