Bundan böyle Suriye’nin kaderine diplomatik manevraların yön vereceğini söylemek abartılı olmaz. Geçen hafta Türkiye’de yapılan toplantıya bu gelişmenin önemli bir parçası olarak bakmak gerekir. Rus, Alman ve Fransız liderler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya geldi. Toplantı sonunda somut ilerleme sağlanamasa da taraflar niyetlerini bir defa daha açık ettiler.
Putin, Suriye’de ne istediğini bilen ve buna uygun stratejik adımlar atan lider konumundaydı. Esad’ın arkasında olduğunu bir defa daha teyit etti. Taviz vermeyeceği diğer konunun da kendi listesindeki “teröristler” olduğunu ifade etti. Bu nedenle, İdlib’deki durumu geçici olarak tanımladı. Bu açıklamayla, Fransız ve Alman liderlere ellerini taşın altına koymadıkça rahat yüzü görmeyeceklerini belirtmiş oldu.
AB’nin iki güçlü üyesi Merkel ve Macron, farklı pozisyonlarına rağmen, Suriye’deki gelişmeleri acil ve önemli bir sorun olarak gördüklerini ortaya koydular. Almanya, gerek yeni mülteci dalgasından duyduğu kaygılar, gerekse yabancı terörist savaşçılar ve PKK ile ilgili sorunlar nedeniyle Suriye’den kaygılı olduğunu saklamadı. Türkiye’nin rolünün göz ardı edilemeyeceğinin de farkındaydı. Nitekim “anlayışlı ve yumuşak” bir tutum takınmayı tercih etti. En önemlisi de Suriye’de siyasi gelişmeleri daha net görmek istediğini açık etti.
Macron ise yaptığı açıklamalarla toplantıya iki farklı “şapka” ile katıldığını gösterdi. Bir yandan Fransa’nın çıkarlarını temsil ederken, diğer yandan da Suriye’nin doğusunda birlikte harekât yürüttüğü ABD’nin tezlerini savunmaktı. Nitekim Macron, Suriye’de iki savaştan söz etti. Birincisi, “rejim ile muhalifler arasında” süren, diğeri ise “terörle mücadele” dedi. İkinciye vurgusu hem kendi askerlerinin hem de ABD askerlerinin Suriye’de bulunmasına meşruiyet sağlayan DAEŞ operasyonlarıydı. Ancak toplantıya katılan herkes iç savaşın bu aşamasında DAEŞ sorununun tali, Suriye’de İran ve Rusya’nın sınırlanmasının ise asli sorun olduğunun farkındaydı.
Macron’un sınıflandırmasında “terör” diğer katılımcılar için benzer bir anlam taşıyor olsa da Türkiye’nin tezlerini karşıladığı söylenemez. Nitekim Türkiye Suriye’de sadece DAEŞ ile değil Fransa ve ABD’nin desteklediği PYD/PKK ile de mücadele ediyor. Üstelik bunun ipuçlarını kapanış bildirgesinde görmek mümkün.
Türkiye, Fırat’ın doğusuna yerleşen PKK/PYD’nin sadece silahlı unsurlarına değil, Suriye’nin geleceğinin belirleneceği tüm siyasi platformlarda temsiline de muhalefet edeceğini kayıt altına almış durumda.
Bu çerçevede Menbiç, ABD ve Fransa’nın tutumunu izlemek için bir semboldü. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, sembol hızla manasını yitiriyor. Geçen cumartesi TSK’nın Suriye’de PKK/PYD hedeflerini ateş altına alması erimenin bir parçası. Açılan ateşin askeri gerekliliği bir yana, asıl üstünde durulması gereken, kararlılık, uluslararası hukukun yorumlanışı, kamu diplomasisi ve siyasi mesajlardır.