ABD, 2. Dünya Savaşı’nın ardından kurduğu düzeni uzun yıllar sürdürmeyi başardı. Düzen politik, ekonomik, güvenlik, finans alanlarında kurallara ve kurumlara dayanırken, uyumlu bir bütünlük arz ediyordu. Dahası, politik ve askeri alanlarda güçlü rakibi Sovyetler Birliği, hiçbir zaman ekonomik ve finans alanında ciddi bir tehdit oluşturamadı. Her ne kadar bir ara Japonya, ekonomide “sessizce” meydan okusa da sonuçta aynı taraftaydı ve bir süre sonra da tehdit olmaktan çıktı.
Sovyetler yıkılıp, Soğuk Savaş sona erince yeni düzenin nasıl olacağı hakkında bitmez tükenmez tartışmalar yaşandı. Her seviyede, herkes yeni risklerden, yeni fırsatlardan bahsetmeye başladı. Sovyet tehdidinin sona ermesi aktörleri çeşitlendirirken uluslararası rekabette ekonomi ön plana çıkmaya başladı. Serbest piyasanın galibiyeti, dünya ekonomisinin büyümesi şirketleri amansız bir mücadeleye yöneltti. Ellerini güçlendirmek, rekabet şansını artırmak isteyen şirketler farklı biçimlerde devletlerinden yardım almaya başladılar.
Örneğin, pazar rekabeti “savaş” formuna sokulurken, Fransız Savunma Bakanlığı, 1997 yılında, kendi bünyesinde, “Ekonomik Savaş Akademisi”ni kurdu. Özel şirketleri ekonomik sürprizlerden korumak, yabancı rakiplerine karşı avantajlı hale getirmek ve optimum karar almalarını sağlamak isteği istihbarat örgütlerinin devreye girmesine vesile oldu. İstihbarat örgütleri veri toplama, işleme, teknik ve insani yeteneklerini iş yapma kültürlerini yeni alana teksif ettiler. Yine Fransa, “Dış Güvenlik Genel Direktörlüğü” altında “Ekonomik İstihbarat” bölümünü kurarak, öncelikle “pazar savaşına” tutuştuğu ABD şirketlerine odaklandı. Çin ise, istihbarat faaliyetlerini yürüten Devlet Güvenlik Bürosu’nun Onuncu Bölümü’nü bütünüyle ekonomik istihbarata ayırdı.
Bütün bu yenilikler ve düzenlemeler, devletlerin küresel rekabette kendi şirketlerine sağladıkları takviyeydi. Çünkü ekonomik savaş, şirketler arasında ve pazarı ele geçirmek, tahkim etmek için yapılıyordu. Takviyeler bazen istihbarat alanında, bazen de siyasi, diplomatik ve finansal alanlarda oluyordu. Bugünün moda deyimiyle bu bir tür “vekâleten savaştı”.
Bugün tablo hızla değiyor. Şirketler arası küçük/orta çaplı “muharebeler” hızla devletler arası ekonomik “savaşa” dönüşüyor. Savaşı başlatan eski düzenin kurucusu, ABD. Savaş bu defa finans, ticaret, teknoloji ve kurallar cephesinde. Üstelik uzun süre devam edecek ve herkesi etkileyecek gibi görünüyor. Zihinsel, kurumsal ve teknik olarak hazırlıklı olanlar, savaşın maliyetini en aza indirebilir veya riskleri fırsata çevirme şansını yakalayabilirler.
Türkiye, başlayan “ekonomik savaşın” taraflarından biri. Nitekim çelik ve alüminyum ithalatına ek gümrük vergisi koyan ABD’nin hedefinde olduğunu gördü. Buna “karşı ateşle” cevap da verdi. “Savaş” Türkiye için de farklı cephelerde genişleyerek devam edecek. Yapılması gereken, fikirleri, kurumları, süreçleri ve kuralları, değişen ortama göre yeniden tasarlamak. Özellikle de devletin yeniden yapılandırıldığı bu günlerde.