Münih Güvenlik Konfe-ransı 1963 yılından beri gerçekleştiriliyor. Sonuncusu geçen hafta yapıldı. Konferans birkaç açıdan önemli. Konferansın tarihsel seyri Almanya’nın güvenlik öncelikleri ve görünürlüğünü izleme açısından dikkat çekici. Diğeri ise uluslararası ve bölgesel gelişmeleri stratejik düzeyde gözler önüne sermesi bakımından. Bu platformda verilen mesajlar çoğu zaman uluslararası arenada vuku bulan kırılmaları gündeme taşıyor. Tıpkı 2007’de Rusya Devlet Başkanı Putin’in ABD merkezli ve tek kutuplu dünya sistemine getirdiği eleştiriler gibi. Nitekim bu konuşmanın ardından yaşananlar oldukça dikkat çekici.
Rusya, 2008’de Gürcistan’ın işgalinden başlayarak, Avrupa güvenliğinde NATO-ABD üstünlüğüne meydan okuduğu yeni bir dış politika çizgisine yöneldi. Bunu Ukrayna, Kırım ve Suriye’deki hamleleri takip etti. Orta menzilli füze tartışmaları da bunun bir parçası. Nitekim tüm bu gelişmelerin yarattığı güvenlik kaygıları hâlâ uluslararası siyasal tartışmaların merkezinde yer almayı sürdürüyor.
On yıl sonra yapılan 53’üncü konferansta gündeme bu defa Trump yönetimi ve Trump’ın NATO konusundaki alışılmadık görüşleri damgasını vurdu. Bu yetmezmiş gibi, İngiltere’nin AB’den çıkış referandumu da tartışmaları derinleştirdi. Bugün Avrupa kendi içinde bütünlüğünü tartışırken bir yandan da olup bitenleri anlamlandırma arayışında. Öte yandan, hadiselerin ne yönde seyredeceğine karar verecek olanın ABD ile Rusya olacağının da farkında.
Bu çerçevede, Polonya ve Macaristan gibi, Sovyet travmasını yaşamış ülkeler, NATO, ABD askeri şemsiyesi altında kalmayı isterken, Almanya, Rusya ile ilişkilerinde, askeri tırmanmayı geri plan iten, daha uzlaşmacı bir yol izlemeyi tercih ediyor. Bu zıt yaklaşımların, Rusya’nın Avrupa güvenlik mimarisinde çatlaklar oluşturma stratejisine hizmet ettiği açık. Üstelik, NATO ve savunma harcamalarını artırmaya istekli olmayan AB ülkeleri hakkında olumsuz kanaate sahip Trump’ın görüşlerini de keskinleştiriyor.
Bugünlerde gündemde daha fazla yer bulan bu ayrışmanın ipuçlarını 2003 Irak Savaşı öncesinde görmüştük. Dönemin ABD Savunma Bakanı D. Rumsfeld’in ifadesiyle, “eski Avrupa/yeni Avrupa” ayrışmasının tarafları bugünde farklı kamptalar. Anlaşılan Avrupa’nın güvenlik kaygıları bir yandan derinleşirken, bir yandan da güneye doğru kayıyor. Özellikle, Rusya’nın Suriye’deki pozisyonu ve Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD ilişkileri dikkate alındığında.
Büyük güçler arasındaki geleneksel jeopolitik rekabet sertleşirken, yeni güvenlik riskleri olarak tanımlanan sorunların da Avrupa’nın stratejik gündemini zorladığı açık. Doğası gereği, devletler arası iş birliğini gerekli hale getiren, düzensiz göç, terörizm, iklim değişikliği, demografik baskılar, sınır aşan suçlar, siber güvenlik alanındaki gelişmeler, teknolojik rekabet ve benzeri sorunlarda ortak payda da buluşmak zorlaşıyor. Güvenlik sorunlarıyla baş etmek için önerilen Avrupa Birliği’nin ordu kurma tartışmaları ise bu karmaşık ve belirsizliklerle dolu tabloda kendine yer bulmakta zorlanıyor.