Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yazının ilk bölümünün ardından olaylar hızla gelişmeye başladı. TBMM’den yetki alan siyasi otoritenin talimatı ile TSK, Suriye topraklarında girdi. Askerin ilk aşamada hedefi, sınırları belirlenmiş bölgeyi PYD/PKK’dan temizlemek. Ardından, güvenliği sağlayarak düzen inşa etmek ve bir sonraki aşamaya hazırlanmak. Bunlar işin askeri boyutu. Ancak Türkiye’nin ilan ettiği “politik hedeflerin” hayata geçirilmesi, sadece takip ettiğimiz askeri hamlelere bağlı değil, daha fazlası. Siyasi, diplomatik, ekonomik ve kamu diplomasisinden söz ediyoruz.

Nitekim askeri operasyonla birlikte Türkiye, beklendiği üzere, yoğun bir siyasi, diplomatik ve propaganda saldırısına maruz kaldı. Özellikle ABD kaynaklı eleştiriler açıkça tehdide evrilirken, akıl ve ahlak sınırlarını zorlamaya başladı. Kısa metrajlı taktik çıkarlar, iç politik kaygılar, sosyal medyanın dayanılmaz cazibesi ABD gibi “küresel gücü” iyice ayağa düşürdü. Mevcut tutumuyla ABD, sadece “Barış Pınarı” operasyonunun değil, küresel geleceğin büyük sorun kaynaklarından birini olacağını göstermiş oldu. Sarsaklık, ilişkilerin hududunu belirleyen diplomatik dilden uzak, sokak ağzıyla konuşan, pervasız, öngörülemez bir ABD ortaya çıktı.

Öte yandan, başta Fransa ve Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesi Türkiye’yi sıkıştırmak için farklı mahfillerde harekete geçti. Konuyu BM taşımak gibi “saçma” bir tutum içine girdiler. Libya’dan Irak’a, Afganistan’dan, Yemen’e birçok alanda kılını kıpırdatmayan bu ülkelere bir canlılık geldi. Yaptıklarıyla gelişmeleri daha fazla içinden çıkılmaz hale getirdiklerinin de farkında değiller. Dahası, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi Fransa ve İngiltere’nin bu girişimini Putin’in fırsat çevirmesi sürpriz olmayacaktır. Ne de olsa NATO üyesi Türkiye, “müttefiklerinin ihanet ettiği, zor bir zamandan” geçmektedir. Haliyle Putin, “iyi adam, kötü gün dostu” rolünü kaçırmayacaktır.

Filistin yönetimi dâhil, Arap ülkeleri de sert eleştirilerini sürdürüyorlar. AB üyesi ülkeler de benzer yolda ilerliyorlar. Türkiye’ye yönelik eleştirilerini ve diplomatik baskılarını sürdürürken, bazı gerçekleri göz ardı ediyorlar. En başta da, daha uzun yıllar Ortadoğu’da istikrarın olmayacağı gerçeği. Bölgeye komşu Türkiye’nin jeopolitik değeri ve bunu daha da anlamlı kılan, bölgedeki çatışmalar, çökmüş devletler ve rekabet. Bu tablonun ürettiği dertlerin/dramların başında da mülteci sorunu geliyor. Bu yetmezmiş gibi, Avrupa, Trump’ın Türkiye’nin kucağına “bıraktığı” DAEŞ için en cazibeli hedefin hâlâ kendileri olduğunu da her nedense hatırlamak istemiyor.

Tüm baskılara rağmen TSK bölgeye girdi. PYD/PKK zemin kaybediyor. Haliyle paradigma değişti. Bu aşamada TSK’nın bölgeden çıkması/çıkarılması mümkün değil. Gerçek bu. Üst perdeden Türkiye’yi tehdit etmek yerine, bundan sonrasına odaklanmak herkes için daha akıllıca olacaktır. Ne de olsa Ortadoğu’daki sorunların “raf ömrü” politikacılarınkinden daha uzun görünüyor.