Erdoğan’ın kararlı tutumu sonrasında ABD devreden çıkarken, Suriye’ye askeri harekât için bir engel kalmamış gibi görünüyor. Bundan sonraki gelişmelerin cevabı, iç içe geçmiş olayların birlikte mercek altına alınmasıyla verilebilir. İlk akla gelen soru şu: ABD kurumlarının Trump’ın kararını nasıl hayata geçirecekleri ve süreci nasıl yönetecekleri. İkinci olarak, SDG/PYD/PKK’nın yeni dönem stratejisi ve DAEŞ kartını nasıl oynamaya çalışacağı. Üçüncü olarak, operasyon kararının ardından Rusya, Esad ve İran cephesinin olası tepkileri ve yaklaşımı. Dördüncü olarak, Avrupa Birliği, özellikle de Fransa ve perde arkasında sessizliğini koruyan İngiltere’nin gerek PYD/PKK gerekse DAEŞ konusundaki tutumunu izlemek gerek. Beşinci olarak, Suudi, İsrail, Mısır cephesinin verecekleri tepki ve sonraki tavırları sorunun yönetilmesi için önemli. Son olarak, Türkiye’nin konuyu nasıl tartışacağı, eş zamanlı olarak iki farklı karakterdeki tehditle (PKK, DAEŞ) farklı cephelerde nasıl mücadele edeceği, cevabı aranan soruların başında geliyor.
Trump’ın kararının ABD bürokrasisi ve medyasında şaşkınlıkla karşılandığı anlaşılıyor. Kararın kamuoyu, politik ve askeri mahfillerde nasıl tartışılacağı önemli bir husus. Sonuçta karar, politik, diplomatik, istihbarat ve askeri açıdan bir dizi sürecin yönetilmesini gerektiriyor. Karara itirazlar olacağı gibi, bazı kurumların, özellikle ABD askerlerinin, çekilmenin teknik yönünü ileri sürerek “işi yokuşa sürebileceklerine” ya da bazı konularda sınırlayabileceklerine dair kuşkularda yok değil.
Asıl tepkinin ise “Erdoğan karşıtı korodan” (Ermeni, Rum, İsrail, FETÖ, PKK) geleceği ve kamuoyu yaratmaya çalışacakları kesin. Trump’ın kararının teknik boyutları ve kapsayacağı coğrafi bölgeyi siyasi beklentilerin ve saha gerçeklerinin şekillendireceği bir gerçek. Dahası, ABD’nin kararı, DAEŞ’e karşı kurulan koalisyonun akıbetini de belirsiz hale getirirken Türkiye’yi de farklı bir pozisyona taşımış görünüyor. SDG/PYD/PKK tehdit amaçlı Suriye-Irak sınırını boşaltabilir. Bu durumda, Fırat’ın güneydoğusunda DAEŞ ve İran etkisinin nasıl denetleneceği, ABD’nin Türkiye’den talep edeceği en önemli isteklerden biri olarak görülebilir. Bir diğer husus ise, ABD’nin çekilmenin ardından, İran-Suriye, Esad blokuna karşı Türkiye’ye diplomatik alanda ve özellikle Suriye’nin geleceğinin görüşüleceği masada destek verip vermeyeceğidir.
Üzerinde düşünülmesi gereken ikinci husus, PKK’nın tutumunun ne olacağıdır. Başlangıçta PKK için belirleyici olan harekât alanının nereleri kapsayacağıdır. Harekâtın kapsayacağı bölge/bölgeler, örgütün olası hareket tarzını öngörebilmek açısından önemli. PKK, ABD’nin bunca silah/lojistik yardımına ve mecburi askerlik sistemini getirmiş olmasına rağmen, TSK karşısında hâlâ zayıf durumdadır. Mevcut kapasiteyle Suriye’nin 1/3’ünde kontrolü sürdürmesi, konvansiyonel bir karşılaşmaya girişmesi mümkün değildir. Haliyle, olası bir harekâtta eylemlerini tüm bölgeye yaymaya çalışacaktır. Ancak arazinin düz olması taktiksel olarak mücadelenin ağırlık merkezini şehirlere kurmaya zorlayacaktır. TSK’nın Hava Kuvvetlerini kullanması halinde ise PKK’nın işi daha zorlaşacaktır.
Bugünden sonra PKK için siviller üzerinde sosyal kontrol ciddi bir soruna dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Savaş yorgunu kitlelerin pasif tutumu, ABD’nin çekilme kararının ardından daha da derinleşecektir. Araplarla PKK yönetimi arasındaki hızlı ayrışma önlenemez ve PKK için ciddi kriz alanıdır. Buna karşılık PKK, tutuklu DAEŞ militanlarını salıverme “kartını kullanarak” Avrupa ülkelerini harekete geçirmeyi, kitleleri sokağa dökmeyi deneyecektir. Askeri açıdan ise TSK’yı şehirlere çekerek yıpratma savaşına girişmeye, mümkün olursa eylemlerini Türkiye içlerine yaymaya çalışacaktır. PKK’nın yapabileceği bir diğer hamle ise Esad, İran ve Rusya blokuna yeniden yanaşmak olacaktır. En ilginci ise, gidişatın yönünü değiştirmeyi deneyecek olan Öcalan’ın piyasaya sürecek yeni bir hikâyesinin olup olmayacağıdır.