ABD yönetiminin İran’a uyguladığı baskılar her geçen gün artıyor. Başta petrol ihracatının kısıtlanması olmak üzere finansal engellerden askeri hareketlerin sınırlandırılmasına, diplomatik yalnızlaştırmadan psikolojik baskıya kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz. Bu süreçte İran yönetimi de boş durmuyor. O da tüm diplomatik, askeri, örtülü yeteneklerini ve psikolojik gücünü seferber etmiş durumda.
ABD’nin İran’ı baskılama stratejisinin ağırlık merkezinde İran Körfezi olduğu açık. Tarafların zaman zaman sıcak bir çatışmanın eşiğine gelmesi sürpriz değil. İkinci öncelikli alan ise Suriye’ye uzanan hatlar. Bir yanda İran, Irak, Suriye kara bağlantısı, öte yanda da Akdeniz üzerinden Suriye’ye uzanan deniz hattı. Her iki hat ABD’nin İran’ı Suriye’den uzak tutma stratejisinde önemli bir yere sahip. Böylece ABD, İran’ın Suriye ile fiziki, ekonomik askeri ilişkilerini en aza indirme çabasını sürdürüyor.
ABD-İran ilişkisinde son kriz, 4 Temmuz günü petrol dolu bir İran tankerine İngiliz askerlerinin Akdeniz girişinde el koyması yla başladı. İngiliz tarafı, el koyma gerekçesini, tankerin Suriye’ye petrol taşıdığı, bunun ABD’nin yaptırım kararına aykırı olduğu tezine dayandırdı. Hadiseden de anlaşılacağı üzere, ABD’nin kararına ve uygulamalarına İngiltere fiilen katılmış oldu.
İran, İngiltere’nin bu eylemine cevap vermekte gecikmedi. Geçen hafta, İran Devrim Muhafızları sürat botlarıyla kuşattıkları bir İngiliz petrol tankerine helikopterden asker indirerek el koydular ve gemiyi İran karasularına çektiler. İran tarafı operasyonu farklı biçimde gerekçelendirse de, herkes bunun bir rövanş olduğunu biliyor. İran bununla kalmadı, operasyonun bir bölümünü internetten yayınlayarak ABD ve İngilizlere karşı “psikolojik” harekâtı sürdürdü. Dahası, ABD adına casusluk yaptığını ileri sürdüğü bazı İranlıların yakalandığını ve cezalandırıldığını açıkladı.
Bu gelişmeler, gerilimi artırırken, Körfez’de yaşanabileceklerin önemli askeri, ekonomik, politik sonuçlarının olabileceğini göstermektedir. Nitekim halen dünya ham petrol ve doğal gazının %20-30’u bu su yolundan geçmekte ve enerji bağımlılığının etkileri göz önüne alındığında ciddi sonuçlarının olabileceği görünmekte.
Bu kanaati destekleyen en önemli tarihi tecrübenin İran-Irak savaşı olduğunu söyleyebiliriz. Savaşın sürdüğü 1980-88 arasında Körfez’de yaşanan “Tanker Savaşları” öğreticidir. İstatistikler petrol/doğal gaz sevkiyat tankerlerinin yanı sıra, diğer ticari gemilerin de kullandığı Körfez bölgesinde, savaş boyunca, 451 geminin saldırıya uğradığını söylüyor. Gemiler, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, 39 farklı ülkenin bayrağını taşımaktaydı. Tüm güvenlik tedbirlerine rağmen İran 168 gemiye saldırırken, Irak ise 283 gemiyi hedef almıştı. Gemilerin 259’u petrol tankeri, geri kalan ise diğer gemilerden oluşmaktaydı. Tanker savaşının ciddi askeri, siyasi ve ekonomik etkileri oldu. Her iki tarafta Körfez’i kapatmaya teşebbüs etmese de savaşın sıklet merkezi 1984’ten itibaren kuzeye kaydı. Petrol fiyatları arttı.
Karşılıklı gemi rehine alma eylemleri gerilimi tırmandırırken, tüm dünyayı da kaygılandırdığı açık. Türkiye de bu gelişmelerden etkilenecektir. Komşularımız Irak ve Suriye’de henüz kaos sona ermemişken ve ne zaman sona ereceği de bilinmezken, ABD ile İran arasında yaşanacak bir sıcak çatışma elbette kaygı vericidir. Özellikle politik, güvelik, ekonomi, ticari, enerji, insani ve sosyal yönleriyle...