Türkiye, Suriye iç savaşını çoğunlukla kuzey cephesi boyutuyla ele aldı. Tartışmalar, analizler ve geleceğe dair öngörüler kuzeyde faaliyet gösteren yerel, bölgesel ve bölge dışı aktörleri merkeze koydu. Rusya, ABD, Esad rejimi, İran, Türkiye, DAEŞ, PKK/PYD, El Nusra gibi.
Bu süreçte, Suriye iç savaşının başından beri sessizliğini muhafaza eden ancak gelişmeleri dikkatlice izleyen İsrail çoğunlukla göz ardı edildi. Suriye’de kendi güvenliğini ilgilendiren askeri bir gelişme olduğunda ise, ortalığı fazlaca velveleye vermeden, hava saldırıları gerçekleştirip sonuçlarını dikkatlice izlemeyi yeğledi.
Arap Baharı’nın sonuçlarının, bölgesel dengelerde görülen değişimin, İsrail lehine sonuçlar doğurduğunu söylemek çok da iddialı olmaz. İran bir yana, İsrail’e komşu devletlerin tamamı doğrudan tehdit olma kapasitelerini kaybettiler. Mısır, kendi içine dönmüş, ağır güvenlik ve ekonomik sorunlarla meşgul. Suriye’de devlet çöktü ve geleceği belli değil. Irak da benzer sorunlarla uğraşıyor. Suudi Arabistan bir yandan Yemen’de savaşıyor, bir yandan da İran’la gerilimli günler yaşıyor.
İsrail’e göre, odaklanmak gereken dört önemli “güvenlik sorunu” var. Başta Hamas olmak üzere Filistinli gruplar. Suriye’de varlık gösteren, ancak etkisi az radikal guruplar. Yine Suriye’de oldukça faal, İran’ın desteğiyle ciddi askeri kapasite kazanmış bulunan Hizbullah. İsrail için son konvansiyonel tehdit, bölgede nüfuzunu artıran, devlet dışı aktörlere savaşmayı öğreten nükleer güç olma eşiğindeki İran. Tehditlerden ilk üçünün ortak özelliği asimetrik karakterde olmaları. Bu nitelik farklı kapasite ve yaklaşım gerektiriyor.
Dikkatli bir göz, İsrail’in, geçmişte Lübnan’da Hizbullah’a, Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü harekâtlardan ders çıkarttığını görebilir. Bu gün de İsrail, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri sadece siyasi ve ideolojik açıdan değil, özellikle askeri açıdan dikkatlice izliyor. Karar alma süreçlerini, organizasyon yapısını, teknik yeteneklerini, stratejik düşünce kapasitesini, askeri anlayışını, medya ile ilişkilerini ve istihbarat kapasitesini “yeni asimetrik tehditlerle” baş edecek biçimde geliştiriyor.
Netanyahu geçen hafta Moskova’yı ziyaretinde Putin ile görüştü. Görüşmede ele alınan konulara bakacak olursak, İsrail’in günün sonunda Hizbullah ve İran ile bir hesaplaşmaya doğru gittiğine dair güçlü emareler var. Hizbullah’ın Suriye iç savaşında elde ettiği askeri, teknik kapasite İsrail’i tedirgin ediyor. Suriye’yi “yeni tarz muharebe laboratuvarı” olarak kullanan İran, İsrail sınırlarına dayanmış durumda. Üstelik İsrail, 2006 Lübnan harekâtının neden olduğu “travmayı” da unutmuş değil. Hizbullah’ın Lübnan dışında savaşıyor olması, İran’ın birden fazla cephede, Yemen, Irak, Suriye’de meşguliyeti, İsrail’i cesaretlendirebilir.
Trump’ın iktidara gelmesinin ardından ABD’nin İran politikasının değişmeye başlaması da İsrail’in işini kolaylaştırabilir. Dahası, sadece Hizbullah’a karşı değil, İran’a yönelik bir harekâta da imkân verebilir. İki cephede birden çatışmak istemeyen İsrail’in öncelik seçimi ve harekete geçmesi bölge dengelerini değiştirirken Suriye iç savaşını daha da karmaşık hale getirebilir. Yeni tabloya hazırlıklı olmak lazım...