Tüm dikkatler ABD iç politikasına kaydı. Trump’ın rakipleri, 2020 seçimlerinden önce, başkanın kariyer planlarını etkileyebilecek hamlelere başladılar. Uzun ve tartışmalı sürecin kimin yararına olacağına dair kesin bir görüş yok. Ancak daha uzun süre hem Amerika hem de dünya gündemini meşgul edeceği açık. Dikkatler bu sürece odaklanmış olsa da, ABD dış politikasının ana konuları masada duruyor.
Çin ile ticaret savaşından Kuzey Kore ile nükleer sorunlara, İran ambargosundan Suriye krizine, Rusya ile ilişkilerden Türkiye’ye kadar. Listede yer almayan sorunlar bile süreçten etkilenecek. Trump dikkatini iç politikaya kaydırınca ya bu konulara olan ilgisi zayıflayacak ya da içeride dikkatleri dağıtmak için dış politikada sert adımlar atacak.
Gündemin en sıcak, karmaşık ve çok yönlü sorunlarının başında İran nükleer krizi ve bu ülkeye uygulanan ambargo geliyor. Bu defteri açtığımızda gelişmelerin sadece İran ve ABD’yi ilgilendirmediğini görüyoruz. Aslında ön cephede İsrail, Suudi Arabistan, Yemen, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Irak’ı konuşuyoruz. Yine Yemen’de Husileri, Lübnan’da Hizbullah’ı, Irakta ise Şii milisleri konuşuyoruz demektir. İkinci halkada ise, İran’ın komşularını, Türkiye’yi, Pakistan’ı konuşuyoruz. Konu ambargoya gelip işin içine petrol ihracatı ya da ithalatı girince liste uzuyor. Rusya, Çin, AB, Japonya’nın yanı sıra enerji ve ellerini ovuşturan silah şirketleri de işin içine giriyor. Bu nedenle, sorun sadece ABD ile İran arasında değil.
Nitekim 14 Eylül günü Suudi Arabistan’da petrol şirketi Aramco’nun tesislerine yapılan İHA saldırısı hemen herkesi etkiledi. Tek bir saldırının neden olduğu hasarla mukayese edilen muhtemel bir savaşın sonuçları herkesi ürkütmüş olmalı. Nitekim Trump Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine saldırmakla suçladığı İran’a verilecek son seçenek olan savaş dışındaki tüm opsiyonların masada olduğunu söyledi. Her ne kadar Trump diplomasinin yeterince işe yaramadığı bu hadisede savaş seçeneğini liste dışı bıraksa da aslında bir başka savaş türü tüm cephelerde sürüyor.
ABD askeri literatürü tanımıyla “gri alanda”, hibrit yöntemlerle devam eden bu savaş, insanların zihnini hedef alıyor. Her insan beynini birer savaş meydanı olarak görüyor. ABD bu meydandaki savaşı kazanmanın yolunun “yaptırımlar” olacağını öngörüyor. Ekonomik yaptırımlar sıradan insanların rejime tepki duymasını sağlayacak, rejim de ABD’nin istediği çizgiye gelecek.
Öte yandan, İran’da benzer yolda ilerliyor. İnsanların, ABD ve müttefiklerine tepki duymasını sağlayacak şekilde “zihinlerine” etki etmeye çalışıyor. Bu “savaş meydanının da” hasar verilecek hedefin insanların ve şirketlerin “cepleri” olduğunu biliyor. Ne kadar çok insanı etkilerse, o kadar ABD’ye geri adım attırabileceğinin de farkında. Petrol üretim tesislerinin büyüklüğü, yanıcı olması onu kolay ve ulaşılabilir hedef yapıyor. İHA gibi teknolojilerin katkısı, failleri karartacak karmaşık ortam, sınırların belirsiz olduğu bir bölge, savaşmaya istekli gruplar İran’ın işini kolaylaştırıyor. ABD, ekonomik yaptırımlarla İran rejimini devirmeye çabalarken, İran da tarihten esinlenerek petrol aracılığıyla zaten işi zor olan ABD Başkanı’nın konumunu sarsmayı hedefliyor.