Güneyimiz yine hareketli. Üstelik her şey iç içe geçmiş durumda. Dahası, aktörlere, anlaşmazlık konularına, talep ve yöntemlere bakınca kısa vadede işlerin yoluna gireceğine dair pek umut yok. Demirbaş sorunlardan İran nükleer konusu yine gündemin ön sırlarına tırmandı. ABD bir yandan, güvenlik tedbirleri bağlamında olduğunu söyleyerek Körfez’e uçak gemisi ve ağır bombardıman uçakları sevk ederken, bir yandan da yaptırımları genişletmeyi sürdürüyor. Trump İran’ın önemli gelirlerinden olan demir, çelik ve diğer madenlerin ihracatına kısıtlama getirdiğini açıkladı.
İran’ın bu karara tepkisi gecikmedi. Tahran Avrupa ülkelerinin ABD üzerinde baskı kurmasını sağlamak için nükleer anlaşmanın bazı maddelerini uygulamaktan vazgeçtiğini ilan etti. Merak edilen konu, İran’ın tepkisinin bununla sınırlı kalıp kalmayacağı. Çoğu uzman tepkinin, başta Irak olmak üzere, tüm bölgede ABD varlığına yönelik asimetrik eylemler şeklinde vuku bulabileceğine dikkat çekiyor.
Öte yandan, her ne kadar tali gibi görünse de aslında Suriye de ABD’nin İran stratejisinde önemli bir yere sahip. İran’ın Suriye’deki etkinliğinin kırılması, Esad rejimi ve Hizbullah ile bağlantısının kesilmesi İsrail’in güvenliği için öncelikli hedefler arasında. Bu hedefin gerçekleşmesinde alan tutmakla görevli olan ise DAEŞ’in bölgede fiziki denetimini kaybetmesinin ardından PYD/PKK.
Nedenleri farklıda olsa da, İran, Rusya, Esad ve Türkiye’nin bu görevlendirmeye itirazları var. Örneğin, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, ABD’nin Kürt kartını oynamaktan vazgeçmesini, bunun “Suriye’nin bütünlüğüne” büyük bir tehdit oluşturduğunu sık sık dile getirmektedir. Bu arada, kendilerinin Kürt kartıyla oynama uzmanlığını da unutmamak gerekir. Esad havuç/sopa politikası izlemekte. İran ise gelişmeleri sessizce izlemekle birlikte, esas oyununu Basra Körfezi, Irak ve Lübnan üzerine kurmuş görünüyor.
Türkiye, uzunca bir süreden beri ABD’nin PKK/PYD ile ilişkileri ve “görevlendirmesinden” duyduğu rahatsızlığı dile getirmektedir. Dahası, yaptığı askeri yığınakla gerektiğinde askeri güç kullanacağının mesajlarını da vermekte. Önce gelişmelere kulak tıkayan ABD yönetimi DAEŞ sonrası esas konuya, İran sorununa, odaklanmaya başlamasının ardından yeni arayışlara girdi. Radarına Fırat’ın doğusunda ortaya çıkan “fiili dörtlü koalisyonu” aldı. Önceliği de Türkiye’ye verdi.
ABD şimdiye kadar, PYD’nin asıl sahibinin PKK olduğunu inkâr etti. Ancak Fırat’ın doğusu konuşulmaya başlanınca, sorunun salt Suriye ile sınırlı olmadığı, mevzunun PKK sorununun bir parçası olduğu, iplerin de Kandil’in elinde ve patronun da Öcalan olduğunu “gerçeğine” dönüldü.
ABD yönetimi, İran stratejisinin önemli bir paydaşı haline gelen PKK’nın rolünü oynayabilmesi için Türkiye’nin Suriye’deki isteklerinin bir kısmını karşılayacak biçimde güneye çekilmesini istiyor. Gelişme sağlandığı takdirde, Suriye’de ortaya çıkan “fiili dörtlü koalisyon” sarsılacak gibi görünüyor. Türkiye’nin koalisyona ilgisi azalabilir. Bu görüşü güçlendirecek bir diğer gelişmenin de İdlib’de yaşandığı aşikâr.
PKK/PYD, güneyde İran’ın önünü kesmeye devam ederken, Rusya ve Esad, İdlib’i “teröristlerden” temizlemeyi sürdürecektir. Suriye’de daha da sadeleşen askeri resmin, siyasi tabloya aksettirilmesi uzun zaman alacaktır. Süreç uzadıkça İran da kendisini farklı bir konumda bulacaktır. PKK’ya gelince, örgütün önceliğinin Türkiye olduğunu ve kendisinin de bir hayır kuruluşu olmadığını biliyoruz. Bu süreçte örgüte neler vaat edilmekte olduğunu ancak zamanla öğrenebileceğiz. Ne de olsa, bu topraklarda hiçbir şey gizli kalmaz.