Tahran görüşme-lerinin ardından tüm dikkatler İdlib’e çevrildi. Özellikle Türkiye’nin İdlib’de atacağı adımlar ve Rusya’nın tavrı merak konusu. ABD ve müttefiklerinin İdlib söylemlerindeki kayma ise daha ilginç. Bir ay öncesine kadar bölgedeki “teröristlerden” şikâyet eden ABD’li yetkililerin söylemleri aniden değişti. Bu gün İdlib, “kimyasal silah ve insani gelişmelerle” anılmaya başlandı.
ABD’nin söylem değişikliği, Rusya’nın Suriye’de geri adım atmayacağı öngörüsüne dayanıyor. Olası bir harekât bölgede tozu dumana katacak. Böyle bir ortam, ABD’nin niyetlerini gizleyebilecek. Aynı zamanda Rusya’nın Suriye politikasını, “kimyasal silah kullanımı ve insani değerler üzerinden” baskı altına alarak imajını bozabilecek. Öte yandan, Türkiye-Rusya ilişkilerinin nasıl bir şekil alacağı da önemli. Ancak, emekli büyükelçi Bozkurt Aran’ın ifadesiyle, asıl hedefte olan, ABD’nin İdlib tartışmalarının gölgesinde odaklandığı İran.
Generaller Trump’ı ABD’nin askeri varlığının Suriye’de kalıcı olması hususunda ikna ettiler. Bu karar PKK/PYD ile ilişkilerin yeni bir boyuta taşınması ve süreklilik anlamına geliyor. ABD resmi söylemde DAEŞ’le mücadeleyi ileri sürse de asıl amacın Suriye’nin doğusunda İran’ı durdurmak olduğu açık. Her ne kadar bu girişim Türkiye ve Irak’ı da yakından ilgilendiren sonuçlar doğursa da öncelik İsrail’in güvenliği.
Nitekim bu açık edilmemiş, gizli bir hedef değil ve konuyla ilgili tüm tartışmalar kamuoyunun gözü önünde cereyan ediyor. ABD’nin Ortadoğu’dan sorumlu Komutanı General J. Votel, 28 Şubat 2018’de, Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde yaptığı konuşmada mealen, “Suriye’nin doğu ve kuzey parçasında Suriye Demokratik Güçleri (siz onu PKK/PYD diye okuyun) ile güçlü ilişkilerimiz var. Bu ilişki ve kritik bölge bize, İran’ın, Tahran’dan Beyrut’a uzanan bağlantı kurma hedefini durdurma imkânı sağlıyor” demektedir.
Nitekim ABD, İran’a karşı diplomatik, askeri, ekonomik ve bilgi savaşına hız vermiş görünüyor. İsrail’in güvenliğini esas alan bu yaklaşım, İdlib tartışmaları sürerken, yeni sürprizlerin de yaşanabileceğini gösteriyor. Rusya’nın İsrail’e, Hizbullah ve İran’ı sınırlardan uzak tutma garantisi vermiş olması bile bu ülkeyi tatmin etmemiş görünüyor. İran’ın Esad rejimiyle askeri anlaşma imzalaması, generallerin elini ve tezini güçlendiren bir gelişme oldu. Lübnan’a kadar uzanan coğrafi bağlantı kesilmesinin tartışıldığı bir anda, İran, imzaladığı bu anlaşmayla Suriye’de kalmayı garantiledi.
ABD’nin İran’a uyguladığı ambargonun en önemli kısmını oluşturan, Merkez Bankası’nı hedef alan uygulamaların, doğal gaz ve petrol satışını engelleyen hükümlerin hayata geçirilmesine az bir süre kala yeni harekete şahitlik ediyoruz.
PKK/PYD’nin Esad rejimine petrol satışının engellemesi, Türkiye’nin Menbiç’te “oyalanması”, Basra’da meydana gelen gösteriler, Trump’ın Filistin’e yardımı kesmesi, bu ülkedeki temsilciliği kapatması, Suudi Arabistan’ın Suriye’deki faaliyetleri, General Votel’in Körfez ülkelerinin İran’a karşı birleşme önersi bu sürecin bir parçası gibi duruyorlar. Emarelere bakınca, akşam İdlib’le yatıp, sabah İran’la kalkma ihtimali görülüyor.