Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin güney komşuları her zamanki gibi karmakarışık. İran, Irak, Suriye ve Lübnan bunlardan bazıları. Bugünlerde Libya hızlı bir şekilde gündeme yerleşti. Liste uzayınca haliyle bazı sorunlar gündemden düşerken, bazıları da karakter değiştirerek yeniden ortaya çıkıyor. Bunun en tipik örneğinin İdlib olduğunu söyleyebiliriz.

Her ne kadar İdlib, geri planda Esad hükümetinin sorunun gibi görünse de, tartışmalar ve açıklamalardan işin sahibinin daha çok Türkiye ve Rusya olduğunu söyleyebiliriz. Mevcut tablo, açıklamaların tersine, bu “taktik” sorunda işlerin görünenden farklı ilerlediğini ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Rejimin artan saldırılarından kaçan ve sayıları 400 bini bulan İdlibli kardeşlerimiz” konusunda kaygılı/öfkeli olduğunu gizlemiyor. Nitekim “Ateşkesin sınırlarımıza yığılan 400 bin insanın evlerine dönmesini sağlayacak şekilde yürütülmesi şarttır” demekte. Ardından, “Gerekirse rejimin ateşkesi bozma girişimlerini bizzat önlemekte kararlıyız” diye açıklamasını sürdürmekte.

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da yaptığı açıklamalarda “rejimin mayıs ayından beri yaptığı hava saldırılarıyla insanları katlettiğini ve buna devam ettiğini” belirtmektedir. Akar, yine 2018 Soçi Mutabakatı ile kurulan 12 gözlem noktasının muhafaza edildiğini, buraların muhafaza edileceğini ve asla terk edilmeyeceğini de eklemektedir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da yaptığı açıklamalarda, “İdlib’de ateşkes ihlalleri var ama ateşkes bozuldu diyemeyiz” demektedir.

Tüm bu siyasi açıklamalara rağmen İdlib’de askeri harita her geçen gün ufak ufak değişime uğruyor. Soçi Mutabakatı’nın imzalandığı tarihten bu güne kadar Rus ordusunun desteğindeki rejim askerleri İdlib cebinin neredeyse dörtte birinde kontrolü ele geçirdi. Operasyonların genel istikametine bakınca ilk stratejik hedefin M4 (Halep-Lazkiye) ve M5 (Halep-Hama) karayolu olduğu görülüyor. Rus tarafı açıkça dile getirmese de Soçi Mutabakatı’nın hayata geçirilemeyen maddelerini kendi elleriyle ve “zorunlu askeri operasyonlarla” uygulamaya koymuş bulunuyorlar.
Rusya, her fırsatta İdlib’deki silahlı grupları “terörist” olarak tanımlamaya devam ediyor. Ancak teröristleri “temizlemek için” fazla da acelesi yok. Ateşkes söz konusu olduğunda ise asla hayır demeyen bir tutum izliyor. Elbette bu Ruslar için anlaşılabilir bir durum.

Rusya, İdlib’i hem Türkiye ile ilişkilerinde hem de Suriye politikasında tali bir konu olarak görüyor. Türkiye ile birden çok alanda ve “stratejik” ölçekte iyi ilişkiler varken, taktik bir konuda dengeleri bozacak adımlar atmak Ruslar için akıllıca bir yaklaşım olamaz. İdlib gibi “sınırlı ölçekte bir coğrafya” ne Suriye, ne enerji, ne nükleer işi, ne de S-400 gibi konuların önüne geçemez. Sabırla, ince manevralarla ve zaman yayarak yönetilmesi gereken taktik bir konu olarak masada duruyor.

Bu nedenle, hızla sonuç alınmasına, acele edilmesine de gerek yok. Üstelik sürecin yönetilmesinde ara sıra gündeme gelen, “ateşkesin” maliyeti de neredeyse sıfır. Çünkü İdlib’de ateşkes, uyulması gereken bir anlaşmadan çok, Türklerle ara sıra konuşulacak muvazaalı bir mevzuya dönüşmüş durumda. Bunun işe yaradığı da bölgedeki askeri haritanın küçük hamlelerle evrilmesinden anlaşılıyor.