Kitaba göre, dış politika yapım araçlarından biri de “yaptırımlardır.” Yaptırımların nihai hedefi, rakibini politik, askeri kararlarından, tutumundan vazgeçirerek arzu edilen biçimde davranmaya zorlamak, gücünü sınırlamaktır.
Dahası, yaptırımlar, ABD örneğinde olduğu gibi, ülkelerin hukuk düzeninde bir yöntem olarak yer alabilir. Örneğin, ABD’nin CAATSA olarak adlandırılan böyle bir yasası var. (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası). Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore’ye bazı durumlarda yaptırım uygulamanın yolunu açan bu yasa 2017’de onaylandı.
Ancak yaptırımlar “güç mefhumundan” bağımsız değildirler. Sonuç almak, “faydalı/uygun/etkin güç” kullanmayı gerektirir. Hedefler değiştikçe yaptırımın süresi, yöntemi, ağırlığı ve araçları değişir. Çoğu zaman yaptırımlar değişik araçların bileşiminden oluşur. Kişilere, kurumlara, devletlere çeşitli kısıtlamalar getirebilir. Esas olan ekonomik, finansal, diplomatik araçlardır. Çoğu zaman askeri güç talidir.
Çoğunlukla “yaptırımda” niyet gizlenmez ve açıktan hareket edilir. Ancak yaptırımın etkisini artırmak ya da daha çabuk sonuç almak için örtülü işlere de başvurulabilir. Propagandadan terörizme, sokak hareketlerinden darbelere kadar.
“Yaptırımın” hedefindeki ülkenin haklılığı, uygulamaların hukuki dayanağı, ahlaki üstünlüğü pek mana ifade etmez ve onu uygulamanın sonuçlarından muaf tutamaz. Çünkü uluslararası siyaset arenası, argümanların yarıştırıldığı bir müsabaka sahası değildir.
Bu günlerde dünya gündemini meşgul eden yaptırımlarla muhatap dört ülke ön plana çıkıyor. ABD ve müttefiklerinin bölgesel politikalarından hoşlanmadığı İran. ABD’nin küresel rakibi Çin. İtirazları olan Rusya ve Kuzey Kore.
ABD, İran’ı her alanda sıkıştırmaya devam ediyor. Özellikle petrol, bankacılık ve değerli maden satışlarına getirdiği kısıtlamalarla. Beklentiler halk üzerinde oluşacak baskıyla siyasi karar alıcıların tutumunu değiştirmek, mümkün ise rejimi devirmek.
Yaptırımların bir diğer muhatabı ise Çin. ABD bir anlamda “önleyici” hamlelerle müstakbel rakibinin hızını düşürmeye çalışıyor. Bunu yaparken de Soğuk Savaş dönemine gönderme de bulunarak yeni bir “Sputnik” sürprizi yaşamama arzusunu gizlemiyor. Sovyetler Birliği, 1957 yılında Sputnik uydusunu uzaya göndererek ABD’ye teknolojik sürpriz yapmıştı. ABD bu sürprizin rövanşını ancak bilgisayar ve ağ teknolojilerinde gösterdiği ilerlemeyle 1980’lerde alabildi.
Bugün ABD benzer bir şoku yaşamamak adına geçmişten ders alarak, Çin’in lokomotif teknoloji şirketi Huawei’nin yoluna mayın döşemeye devam ediyor. Özellikle 5 G, yapay zekâ, biyoteknoloji, artırılmış gerçeklik, hipersonik, robotik alanlarında. Nitekim, Amerika’nın internet ve yazılım şirketi Google’ın dünyanın ikinci büyük cep telefon üreticisi Huawei’ye getirdiği sınırlama bu yolda atılmış önemli bir adım. ABD, Rusya’ya da benzer uygulamalara girişmiş durumda. Özellikle finansal ve ekonomik yaptırımların ötesine geçerek Rusya’nın enerji altyapısının ihtiyaç duyduğu sivil teknolojik yatırımlarına getirilen kısıtlamalarla.
Elbette ABD’nin yaptırım kararları, hukuk ve adalet çerçevesinde savunulamaz, ahlaki kıstaslarla uygun olduğu düşünülemez. Son tahlilde söz konusu gelişmelerin muhatabıysanız, mağduriyet ve tezlerinizin ahlak ve hukuk çerçevesinde ele alınacağını beklemek fazla iyimserlik olur.