Uzun görüşme-lerin ardından Türk ve ABD askerleri Fırat’ın doğusunda devriyeye başladılar. Politik hedefleri birbirinden farklı olmasına rağmen “ortakmış” gibi davranmayı sürdürüyorlar. Askerlerin karadan altı zırhlı araç, havadan helikopter ve İHA’lar ile üç saat süren bir turun ardından Müşterek Harekât Merkezi’ne dönmeleri yeni gelişmelerin başı mı yoksa hayal kırıklığı mı, daha sonra göreceğiz. Devriyenin 3.5 milyon insanının yaşadığı Suriye’nin 1/3’ünde sosyal, ekonomik, siyasi ve güvenlik ağlarını anlamaya, şekillendirmeye yetmeyeceği açık. Yine de ABD tarafı yaratıcı hikâyeler üretmeye devam ediyor. Nitekim ABD’li bir albay, Türk tarafına PYD/PKK’nın tahkimatları imha ettiklerine dair deliller gösterdiklerini, bu nedenle ”güvenlik konusunda kaygılı” olmamalarını salık verdi(!). Daha ilginci, görevli olmasa da, SDG/PYD’nin, iki ülke askerleri devriye görevini icra ederken tepelerde konuşlanarak güvenlik sağladığını sosyal medyadan ve açıklamalardan öğrendik.
Tüm bunlar sembolik hadise ve taktik hamleler. Oysa gelişmeler daha büyük ve karmaşık. Fırat’ın doğusundaki politik, askeri, sosyal yapı değişmiştir. Sayısı yüz bini bulan silahlı unsur sahada faal, siyasi mimari yeniden şekilleniyor ve sosyal hayat kılcal damarlarına kadar PKK denetiminde. Şam fiili olarak ülkenin bu bölgesinde egemenliğini yitirmiştir. Tüm bu gelişmenin kollayıcısı, ana mimarı ise ABD’dir. ABD bölgeye ve PKK’ya ciddi bir askeri yatırım yapmıştır. Açıklamalardan ve hadiselerden yola çıkarsak, radikal bir değişim olmadıkça, ABD bu yatırımından/tutumundan vazgeçmeyecektir. Bu çerçevede sormamız gereken öncelikli soru şudur: Mevcut gelişmelerin PKK’nın uzun dönemli stratejisine etkisi ne olabilir?
Sorunun cevabı PKK terör örgütünün mevcut stratejisini anlamakla mümkün olabilir. Nitekim PKK terör örgütü kuruluşundan bu güne iki farklı strateji izledi. Birincisi, yirminci yüzyılın ikinci yarısının en popüler politik/askeri stratejisi olan Maocu “uzatılmış halk savaşı ve ayaklanma stratejisi” idi. PKK, halkı örgütleyerek askeri gücünü büyütecek ve TSK’yı yenerek önce devlet kuracak, sonrada ulus inşa edecekti. Bu dönem, 1973’te kuruluşla başlar ve 1995 başında değişime uğrar. Soğuk Savaş’ı takip eden süreçte ideolojinin empoze ettiği bu stratejinin çeşitli nedenlerle başarı şansının olmayacağı anlaşılması ve yeni sponsorlara pek akıllıca ve sevimli gelmemesiyle değişir. Nitekim PKK, büyük sayıda militan kaybettiği 1992-1995 döneminin ardından stratejisini değiştirir.
Yeni dönem örgüt stratejisinde askeri güç ikincil konuma düşerken, sosyal, siyasal ve psikolojik alan öncelikli mücadele sahası haline gelir. Artık “başarı” simetrik askeri karşılaşmayla değil, siyasi alandaki halk desteğini artırmak ve sürdürmekle elde edilecektir. Başka bir ifadeyle, önce siyasi, etnik kimlik ve alan inşa edilecek, ardından devlet inşasına girilecekti. Bu süreçte asimetrik silahlı güç, terörizm gibi taktikler gerektiği yer, zaman ve ölçekte kullanılacaktı. Özellikle de hükümeti politik kararlarını değiştirmeye zorlamak, kitle desteği ve sosyal kontrol elde etmek için. Başka bir ifadeyle, PKK, TSK ile topyekûn, simetrik ve konvansiyonel bir angajmana girmekten kaçınarak hükümeti toplumu yıpratıp/yıldıracaktı. Durum böyle olunca, Suriye’deki gelişmelerin PKK’nın stratejisine etkisini mercek altına almak geleceği öngörmek için işe yarayabilir.