Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gündem öylesine yoğun ki bazı gelişmeleri gözden kaçırabiliyoruz. Örneğin kangrene dönmüş Afganistan sorunu gibi. Geçtiğimiz cumartesi Afganistan’da seçim vardı. Seçimler gündemden düşmeyen yolsuzluk tartışmaları, iptal edilen Taliban’la müzakereler ve şiddet olaylarının gölgesinde gerçekleştirildi. Sayım ve sonuçlarının ilanı ise uzun bir zaman alacak.

Taliban aradan geçen 18 yıl sonra savaşmaya devam ediyor. İktidarı geri almak için askeri ve politik manada önemli bir mesafe kat etti. Bu nedenle seçimler Taliban için fazlaca bir mana taşımıyor. ABD ve müttefiklerinin tutumuna bakınca, onlar için de çok anlamlı olmadığını görebiliyoruz. Oysa 18 yıl önce, yola çıkarken, Afganistan’a demokrasi getirileceği ve iktidarı elde etmenin bundan gayri “meşru” yolunun seçim olacağı ileri sürülmüştü. O dönem çok heyecanlı nutuklar atıldı, yazılar yazıldı ve konferanslar düzenlendi.

Seçim, demokrasilerde halkın iradesini ve tercihlerini ortaya koyar. Sandığa giderken herkesin sonuçlara saygı göstereceği varsayılır. Bu yüzden de demokrasilerin olmazsa olmazıdır ve iktidarın “meşruiyetini” tescil eder. Söz konusu kanaat öylesine önemlidir ki diktatörler bile seçimleri bir dizi yalandan ritüele indirgeseler de %98 ile “kazanmaya” önem verirler.

Afganistan gibi, “demokrasi istilasına uğramış” ülkelerde ise işler biraz karışıktır. Hükümet ülkenin büyük bir kısmında egemenliği yitirmiş, devlet temel fonksiyonlarını kaybetmiştir. Güvenlik zayıflamış, kurumlar işlevsiz hale gelmiş ve ekonomi çökmüştür. Kitaba göre, böyle durumdan çıkışta seçimin rolü, halkı yönetime ortak ederek, hükümetin meşruiyetini tahkim etmekten geçer. Öncelikli koşul ise mümkün olduğunca katılımın yüksek olmasıdır.

Ancak işler iyi gitmez, katılım oranı düşük çıkar ise seçim geleneksel rolünü oynayamadığı gibi, hükümetin meşruiyetini de gölgeler. Bu bir manada sponsorun emeklerinin boşa gittiğinin işaretidir. Ardından da halk, mevcut siyasi sistemin geleceğine dair umutlarını yitirmeye başlar. Çöküş hızlanır. Bu kriterleri Afganistan’a uygulayınca işin nereye varacağını şimdiden kestirmek mümkün. Nitekim seçmen sayısının 9.4 milyon olduğu ülkede seçime katılanların sayısı iki milyonda kadı. Katılım oranının %20, seçim hilelerinin sıradan olduğu bir ortamda, değil iktidarın “meşruiyetinin” tescili, tam tersine, Taliban’ın yaklaşmakta olan ayak seslerini işitmek mümkün.

Başta ABD olmak üzere, müttefiklerinin Afganistan’da onca kayıp verip, bir trilyon dolar para harcamasına karşılık “istikrar ve güvenlik” sağlama hedefinden umudu yitirdikleri de aşikâr. Dahası, ABD’nin Afganistan’da ortaya koyduğu, yirmi yıllık “ayaklanmayı bastırma” harekâtı askeri açıdan tam bir fiyasko. ABD’nin askeri ve ekonomik gücünü, siyasilerin hikâye yazma becerilerini göz önünde bulundurunca, bütün bunları geride bırakıp ileriye bakma imkânının var olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, etrafımıza bakınca, ne ABD’nin ne de diğer ülkelerin böylesi gelişmelerden ders alacaklarının da garantisi yok gibi görünüyor.