DAEŞ’le mücadele gündem-deki yerini koruyor. Mücadele, farklı olayları tetikliyor, dengeleri bozuyor ve ilişkileri zehirliyor. Hafta başında ABD’de yapılan DAEŞ karşıtı koalisyon toplantısının amacı ortak bir anlayış ve sıkı bir işbirliği sağlamaktı. Üye ülkelerin yapabilecekleri katkılar tartışıldı. İstihbarat değişiminden askeri çabalara, ortak bir stratejiden gayretlerin birleştirilmesine, mülteci sorunundan kısa süre sonra gündem gelecek olan siyasi düzen inşasına kadar uzun bir tartışma listesi vardı. Ancak tüm katılımcıların, DAEŞ’in sahneden silinmesi konusunda hem fikir olsalar da değiştireceği dengeler, bozulan ilişkiler, inşa edilecek yeni düzen konusunda hemfikir oldukları söyleyemeyiz.
DAEŞ sorunu sadece Suriye ve Irak’la sınırlı değil. Ancak her iki ülke de örgütü var eden, güç ve popülerlik sağlayan fiziki, askeri, sosyal, ideolojik özelliklere sahip. Üstelik, iki ülke çok sayıda aktörün çıkarlarının kesiştiği bir kavşakta yer alıyor. Sonuçta DAEŞ’e yönelik atılan her adım, yeni sorunları tetikliyor.
Trump, başkanlık seçimleri öncesinde, DAEŞ sorununu çözme vaadinde bulundu. İktidara gelir gelmez yeni eylem planı için ilgilileri harekete geçirdi. Bu gün yeni planın öncekinden çok da farklı olmadığını, kaygı duyulan gelişmeleri tetiklediği/tetikleyeceğini görüyoruz.
Yeni plan; coğrafi öncelikler, ittifaklar, operasyon kompozisyonu, askeri strateji ve geleceğe dair siyasi öngörüsüzlükler anlamında neredeyse öncekinin aynısı. Musul’da harekât sona yaklaşınca, Irak Başbakanı Beyaz Saray’a davet edildi. Ülkenin geleceği bir defa daha masaya yatırıldı. Görüşmelerin nasıl sonuç vereceğini, Iraklı Sünni Arapların kaygılarının nasıl giderileceğini, niyet ve planları önümüzdeki günlerde daha iyi anlayabileceğiz. Rakka’da ise operasyon PKK/PYD eliyle sürüyor.
Trump, eski “müttefikler” listesinde de değişikliğe gitmediği gibi, bazılarının statülerini de bir hayli yükseltti. Her ne kadar DAEŞ karşıtı koalisyon üyesi ülkelerin uzunca bir listesi olsa da sahadaki ittifak ilişkileri daha kısa listeden oluşuyor. Bazıları ise davet listesinde yer almamasına rağmen, sahada devletlerden daha “itibarlılar”. Tıpkı, PKK/PYD gibi.
ABD’nin Suriye’nin geleceğine fazlaca itibar etmemesi, DAEŞ’i ideolojik olarak yenmek gibi açık ve net bir hedefinin olmaması ortaya ilginç sonuçlar çıkartıyor. Görünen o ki ABD’nin en büyük hedefi DAEŞ’i Rakka’da çok az maliyetle yendiğini, zaferini ilan ederek çekilmek.
Rusya, Suriye’deki gelişmeleri stratejik ölçekte ele alıyor. Yeni Suriye’nin kendi çıkarlarını tahakkuk ettirecek karakterde olmasına odaklanmış durumda. Gerek askeri harekâta, gerekse Suriye iç dengelerine, bu bağlamda PKK/PYD gibi aktörlerin rolüne bu gözle bakıyor. Manivelaların ilişkilerinde de hassas.
Başka bir ifadeyle, gelişmeleri ABD’nin tersine, kısa metrajlı değil, tarihi tecrübeleri yedeğe alarak, uzun metrajlı okuyor. Putin, Çarlık Rusya’sında başlayıp, Sovyet döneminde gelişen, sonrasında daha düşük profille devam eden Sosyalist Kürt dosyasının PKK damarını elde tutmanın avantajlarını tarihi tecrübeleriyle biliyor. Bilinmeyen, ABD’nin bu açık artırmayı nereye kadar götüreceği.