Arap Baharı sadece hayal kırıklığına yol açmakla kalmadı. Ekonomik, sosyal çöküşe, fiziksel yıkıma, insani dramlara, belirsizliğe neden oldu. Nitekim PKK da bundan nasibini alıyor ve Arap dünyasındaki algı ve ilişkileri de değişiyor. Afrin’de devam eden “Zeytin Dalı” harekâtı, İdlib’de yaşananlar, Esad rejiminin operasyonları, Irak-Suriye sınırı boyunca devam eden hareketlilikler, Rusya-ABD ilişkileri belirsizlik ve dengesizlik halinin daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor.
PKK/PYD, DAEŞ’in Kobani’ye saldırdığı 2014 Eylül’üne kadar sadece kendi hedeflerine odaklandı. Bu tarihten sonra ise ABD’nin kendisine biçtiği yeni rolünü oynamaya başladı. O günden sonra çok yönlü aktif, hırslı ve görünür hale geldi.
Bu tablo PKK için orta vadede iyi haber gibi görünebilir. Oysa Suriye ve Irak’ta merkezi yapıların zayıfladığı, dini, etnik kimliklerin keskinleştiği, dengelerin henüz yerine oturmadığı, çatışmaların devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Böyle bir dönemde ABD’ye dayanarak Ortadoğu’da yol almaya çalışmak, öngörülmeyen bir dizi maliyeti ödemeye hazır olmak demek.
PKK gibi, Marksist ideolojinin izlerini hâlâ taşıyan bir örgütün “eylem ile söylemi” arasında büyük bir ideolojik makas olduğu ortada. “Emperyalist” ABD ile iş tutmayı hem kendine hem de “enternasyonalist, antiemperyalist” destekçilerine izah etmekte zorlanıyor olmalı. Basit gibi görünen bu ikilem, ideolojik kriz üretmenin yanında, cevaplanması gereken biri dizi soruyu da gündeme taşımaktadır. En başta da Rusya ile geçmişin şekillendirdiği ilişkilerde.
Öte yandan, ABD’nin bölge halklarının tarihi hafızasında yer etmiş olan olumsuz imajına duyulan tepkinin maliyetine PKK’nın zorunlu ortaklığı söz konusudur. Sünni Araplara ait ve hazmedebileceğinden fazla araziyi elde tutmanın bile maliyeti her geçen gün artacaktır. Sonuçta, Irak ve Suriye’de dağınık ve perişan haldeki Sünni Arapların hafızasında PKK’ya dair olumlu fikirler yok.
ABD öncülüğünde PKK’nın yürüttüğü DAEŞ karşıtı harekât, askeri olarak örgütü hedef aldı. DAEŞ fiziki olarak küçük bölgelere sıkıştı. Etkisi azaldı. Ancak harekâtın üzerine oturduğu coğrafyanın sakinlerinin Sünni Araplar olduğu unutulmamalı. Yine DAEŞ’in “zorunlu veya gönüllü” taşıyıcı etnik kimliği de Sünni Araplardan oluşuyor. Öte yandan, bölgenin hasar gören sosyal dokusu, savaşın neden olduğu yıkımın kurbanlarının da çoğu Sünni Arap. Bu uzun liste bile, Sünni Arapların hafızasına ABD karşıtlığı kadar, PKK muhalifliğinin de kazındığını gösteriyor.
Tam da bu aşamada yürütülen Afrin harekâtı, PKK’nın Sünni Araplarla ilişkilerine yeni bir boyut kazandırdı. Zeytin Dalı harekâtı, ABD’nin kaygılarını ve şikâyetlerini artırdı. Bu kaygı, DAEŞ’le mücadeleden çok, bölge stratejisinin taşıyıcı kolonu PKK’nın, Sünni Araplarla ilişkilerinde onarılması imkânsız hasarlar oluşmasından kaynaklanıyor gibi görünüyor.