Küresel ve bölgesel gelişmelere bakınca 2019’un 2020’ye hiç de iyi bir miras bırakmadığını söyleyebiliriz. İyimser olmak mümkün mü? Hiç sanmam. Çünkü çözüm bekleyen birçok karmaşık sorunla baş etmek zorundayız. Başka bir ifadeyle, 2020 de 2019 gibi belirsizliklerle dolu bir yıl olacak. Bu tahmin bir dizi nedene dayanıyor. Kördüğüm haline gelmiş Türkiye-ABD ilişkilerini bir yana koysak bile, güneyimizde olup biten hadiseler tek başına bu kanaatin oluşmasına yeter. Bölgenin karmaşıklığı ve genişliği bize “sürprizlerle” dolu bir yıl vaat ediyor.
Bu kanaati besleyen üç temel nedenden söz edebiliriz. Birincisi, birbirinden bağımsız ve uzak coğrafyalarda yaşanıyor gibi görünse de, aslında tüm olaylar iç içe geçmiş durumda. Örneğin, Libya’dan söz ederken, geri planda cereyan eden uzunca bir gerilimler listesinin farkında olmamız gerekiyor. Bir anlamda Doğu Akdeniz’i, Kıbrıs’ı, Yunanistan’ı, İsrail’i, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Avrupa Birliği’ni, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Sudan’ı ve Rusya’yı konuşuyoruz. Ya da Kaşıkçı cinayetini, PKK’yı, Müslüman Kardeşleri, düzensiz göç konularını, diasporadan muhalefeti konuşuyoruz. Benzer şekilde, Suriye’yi de mercek altına alınca, elimizde uzunca bir liste olduğunu fark ediyoruz.
Gelecek yıla devredilen bölgesel mirasın ikinci özelliği belirsizlik. Haliyle yönetilmesi zor ve meşakkatli bir süreç yaşanıyor. Hiç bir şeyin sınırları net değil. Barışın ya da savaşın, dostun ya da düşmanın, ülke sınırlarının. Sadece Türkiye değil hiç kimse önünü net göremiyor. Dünya, siyah veya beyaz değil. “Grinin birçok tonunun bulunduğu” bir ortamda yaşıyoruz. Mücadeleler “hibrit” cereyan ediyor. Diplomasiden ayaklanmalara, iç savaşlardan terörizme, sınır aşan suçlardan düzensiz göçlere, kaçakçılıktan yolsuzluklara, çökmüş devletlerden korsan devletlere kadar.
Dost/düşman, barış/savaş, sanal/gerçek, hukuk/hukuk dışılık, sivil/asker gibi kavramlar iç içe geçince, siyasiler, diplomatlar ve askerler için hedefler alışık olunan biçimde tarif edilemiyor, tutarlı olmayabiliyor. Bir anlamda hedefler günlük değişiyor ve “jel” gibi akışkan, belirsiz ve tutarsız olabiliyor. Sonuçta sürekli hareket, söylem değişikliği, hedef ve fikir farklılaşması itibarı sarsıyor, kurumlar arası ilişkileri erozyona uğratıyor, toplumu yoruyor.
Son olarak, yaşanan hadiseler ciddi manada ekonomik, sosyal, askeri ve insani kapasiteyi zorluyor. Dahası, tartışmalar kısa sürede iç politikanın parçası haline gelebiliyor. Güvenlik sorunlarından düzensiz göçe, gerilen diplomatik ilişkilerden artan masraflara, yıpranan malzemeden yorulan kurumlara ve insanlara kadar.
Bu noktada üç hususu akıldan çıkarmamak faydalı olabilir. Coğrafya kaderdir ve bunu değiştirmemiz mümkün görünmüyor. İkincisi, cereyan eden olaylar karakteri icabı kısa sürede sona ermez; dahası, isteseniz de sonlandıramazsınız. Üç, böylesi bir belirsizlikler ve sürprizler çağında doğru “strateji”, hedefler ile kapasite arasında dengeyi gözetmelidir.