Dünyanın en önemli teknoloji merkezlerinden İsrail’de, teknoloji girişimciliğinin doğasını, geçen hafta 3 bölümlük “Startup Ülkesi” başlıklı dizide incelemiştik.
Bu seri sürerken İsrail’den çok değerli bir eposta aldım.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirmesinin ardından ihtisasını Çapa Üroloji Kliniği’nde, ilk asistan ve ilk mezun sıfatlarıyla yapan Daniel Yahya, bir “Startup Ülkesi” olmak için gerekenleri anlatıyordu.
Mektubu aktarıyorum:
“1969’dan beri İsrail’de yaşıyorum. İsrail’e göç ettikten sonra ülkede ve uluslararası tıp dünyasında tanındım.
Profesörlük unvanımı Technion Tıp Fakültesi’nden aldım.
Kurucusu oldugum Hilel Yaffe Tıp Merkezi Üroloji Kliniği’nin 20 yıl başkanıydım.
İhtisaslarını kliniğimde yapan 3 Türkiyeli genç doktoru üroloji uzmanı yetiştirdim.
Geliştirdiğim bazı yöntemler tıp literatüründe, “Yachia Corporoplasty”, “Yachia
Kitaplarım ödüller aldı.
Size yazmamın nedeni bütün bu anlattıklarımın yanında, ‘girişimcilik’ yıllarım.
1984’te aldığım ilk patentten sonra, bugüne kadar 30 patente sahip olacak kadar tıp aleti geliştirdim.
1990’dan beri 7 startup kurdum.
Bunlardan InStent’i, dünyanın en büyük tıp aletleri şirketi olan Medtronic satın aldı.
Bir diğerini, Allium Medical Solutions’u yatırımcı bir grup aldı ve şimdi Tel Aviv Borsası’nda işlem görüyor.
Bütün startup’larda olduğu gibi 4 projem de özellikle mali sıkıntılar yüzünden kapandı.
7’nci şirketim bir ‘Incubator’, yani kuluçka makinesi olarak yeni projeler geliştiriyor.
Bu projelerden biri bir Hint şirketiyle diğeri de dünya çapında bir Japon şirketiyle ortak.
Niye yazıyorum bunları?
İsrail’i startup ülkesi yapan sadece 15 milyara satilan Mobileye, 1 milyara satılan Waze veya 400 milyona satılan ICQ degil.
Her sene 10-150 milyon dolar arası ufak (!) paralara satılan küçük startup’lar, her yıl batan onlarca startup’tır İsrail’i startup ülkesi yapan.
İsrail’de startup bir kültür işidir. ‘Ben yaparım’ demekle olmaz.
Girişimciliğe başladığımdan bu yana birkaç kez Türkiye’yle ortak projeler geliştirmeyi denedim; maalesef olmadı.
Çünkü Türkiye’de risk sermayesi ve melek yatırımcılık maalesef gelişemiyor.
Startup’ların yüzde 70-80’inin batacağını kabul edemiyor Türk işadamları.
Parası olan, garanti gelir istiyor.
Yıllar önce bir konferansta dünyanın ilk bilgisayar zenginlerinden, Sun MicroSystems’in kurucularından Vinod Khosla’yı dinledim.
‘Paranızı nereye yatırıyorsunuz?’ sorusuna şu cevabı verdi: ‘Startup’ların konularını anlamama imkân yok. Zaten anlayacağım bir konu olsaydı ben geliştirirdim. İki değişik şekilde para yatırırım. Birincisi, gelişimciye kanım ısınırsa; ikincisi bana teklif edilen projeyi hiç anlamıyorsam.’
Bu mantık Türkiye’de gelişmezse girişimcilik de zor ilerler.
Devletin bu işe yatırımı bir hayli kısıtlıdır.
İsrail’de Şef Bilim Adamı Ofisi yoluyla projelere yüzde 30-50 destek verilir, gerisini girişimci bulmalı.
Bulsa da bu para uzun zaman için yetmez.
Başarılı olan projeler devletten aldıkları parayı yüzde 3 kâr payıyla geri verir.
Bu da ancak geliştirdikleri ürün satılınca faizsiz olarak iade edilir.
Parası olmayan genç yatırımcılar için başka bir yön de ‘Incubator-Kuluçka’ sistemidir.
Her fikri olanın ‘bir yıl içinde milyarder olacağım’ diye yola çıkması yanlıştır.
Girişimcilik bir yandan zihinsel dayanıklılık, diğer yandan da parasal dayanıklılık ister.
İkisine sahip olanın projesi de iyiyse üçgen tamamlanır.”
Türkiye’de sayıları az olsa da Yemeksepeti, Gittigidiyor gibi müthiş işler çıkarmış girişimler, Hasan Aslanoba, Emre Kurttepeli gibi önemli internet girişimcileri, melek yatırımcılar vs. var.
Geçenlerde startup’ları “destekleyen” büyük bir Türk şirketinin, yüzde 20-30’luk yatırım için öne sürdüğü yüzde 51 ortaklık şartını duyunca, Türkiye’de bu işlerin neden “zor dostum zor” olduğunu biraz daha kavradım.