1071 yılından beri Batı’ya doğru ilerleyen Türkler ile Batılı güçlerin savaşı asla bitmeyecek...
Biteceğine de hiç inanmıyoruz.
Malazgirt Zaferi’yle büyük sarsıntı geçiren Batılılar kendi aralarındaki güç savaşlarını bırakıp toparlanmaya ve 1096 yılında Haçlı Seferlerine çıkmaya başlıyorlar...
1272 yılına kadar süren bu seferler Avrupalı Katolik Hıristiyanların, Papa’nın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine yapılmıştır...
Amaçları da Müslümanların elindeki Ortadoğu toprakları yani kutsal toprakları işgal etmektir...
Kudüs ilk sıradadır...
*
Daha sonra İngiltere Kralı III. Edward’ın Fransa tahtında hak iddia etmesiyle 1337’de başlayan ve ancak 116 yıl sonra yani Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle 1453’te sona ermesi de dikkat çeken başka bir nokta...
Kendi aralarındaki güç savaşlarını bırakıp birleşen Batılılar, Osmanlı akınlarından bir türlü başlarını kaldırıp da oyun kuramamıştır...
Lakin düşünmüşlerdir daima...
Çünkü düşünmek bedava!
*
19 yüzyıla gelindiğinde ise Birinci Dünya Savaşı tüm dengeleri ve haritaları değiştirir...
Batılılar birleşerek Osmanlı’yı tasfiye eder ve hüküm sürdüğü topraklarda bütün isyanları körükler.
Çarlık Rusya’sını da yıllarca besledikleri Lenin sayesinde 1917 yılında Ekim Devrimi dedikleri ayaklanmayla devirmeyi başaran Batılılar, paylaşım yüzünden kendi aralarında yeniden anlaşmazlığa düşmüş ve İkinci Dünya Savaşı’nı çıkartmışlardır...
Batı’nın bize hiçbir zaman dost olmadığını çok iyi biliyoruz da içimizdeki Batılılara bunu anlatamıyoruz.
Batılı olmak derken içimizdekiler meseleyi sadece Batılı gibi giyinmek, yaşamak diye anlıyor.
Oysa Batılı gibi düşünmeyi ve gelişmeyi referans almak önemliydi.
Batılı ile Batılılaşan olmak arasında neredeyse bir dağ var...
*
Büyük bir köşeye sıkışan Osmanlı işte o dönemlerde Prof. İlber Ortaylı’nın “Osmanlı devlet adamlarının ABD’ye karşı ‘ehven-i şer’ bir güç olarak yaklaşma eğilimi beslediklerini de biliyoruz” dediği günler yüzünden Amerika’ya yönelmiştir...
Ve nasıl olsa çok uzaklarda bir ülke anlayışı da bu yakınlaşmaya götürmüş olabilir.
Tabii ki alternatifsizliğin getirdiği zorunluluk da diyebiliriz!
Prof. Dr. İlber Ortaylı Batılılaşma Yolunda adlı eserinde ise bu konuda önemli bir tespitte bulunarak diyor ki:
“ABD’nin Türkiye hakkında iyi hisler beslemediği, misyonerlerinin faaliyetlerinin daima bu yönde desteklendiği açıktır. 1896’da hukukçu yazar Everett P. Wheeler, ‘Biz Türkiye’de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilaç götürüyoruz, modern tıbbı ve eğitimi kuruyoruz. Türk bizi istemeyebilir ama oranın sahibi Türkler değil ki...”
*
Meselenin özeti şudur...
Amerika’yı ehven-i şer olarak gördüğümüz o günlerin üzerinden yüzyıl geçmiştir. Bugün artık anlıyoruz ki Amerika’nın ehveni gitmiş, büyük bir şer güç olmuştur...
Def etmek de yine Türkiye’ye ve liderliğine düşüyor.