"Bilimler tarihi yeniden yazılmalı" diyen Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’yla ilgili yazdığımız yazılar üzerine olağanüstü tepkiler aldık...
Kimileri tanıyamamanın verdiği hüznünü anlatıyor, kimileriyse onun yeteri kadar anlaşılamadığını ve anlatılamadığından şikâyet ediyordu...
Youtube denilen dipsiz kuyularda, vakit düşmanımız olan bu adreslerde bazı şarkıların milyonlarca insan tarafından izlenip dinlendiğini gördüğümüzde oldukça şaşırıyoruz...
Anlıyoruz ki dünyanın içinde oldukça kalabalık bir seyirciyiz...
Futbol, basketbol, tenis, yüzme, boks, güreş, voleybol, vs. müsabakalarını seyrediyoruz...
Sinemalarda beyaz perdede film seyrediyoruz...
Televizyonlarda her şeyi seyrediyoruz...
Radyo dinliyoruz...
Tiyatroda sahneyi seyrediyoruz...
Telefonlarda ve bilgisayarlarda iPad’lerde ne bulsak seyrediyoruz...
Olayları ve kavgaları seyrediyoruz...
Gazeteleri okuyarak değil sadece seyrediyoruz...
Kısacası dünyada olup bitenleri seyrediyoruz...
Seyrederek eğleniyoruz, öğrendiğimizi sanıyoruz...
Konferansları, sempozyumları, panelleri ve dersleri ise uyuyarak seyrediyoruz...
***
Fuat Hoca Müslümanların geri kalmışlığını aslında bu seyirci kalmaya bağlıyordu...
Vakit öldürmeye çalışanların sayılarının çokluğuna...
Olağanüstü tembelliğe dikkat çekiyordu.
Bir gün dahi yatarak kitap okumayan ve masasında çalışan Fuat Hoca, bunu lüks düşkünlüğünün çok uzağında bir yerlerde gezinmesine borçluydu...
Oysa İslam coğrafyası “üç günlük dünya” dediği halde lüks düşkünlüğüne ve israfa yenik düşmüşlüğe hayıflanıyordu...
Ve bütün bunların nedenlerini biliyordu ama anlam da veremiyordu...
Bu yüzden her defasında bu geri kalmışlığın nedenleri kendisine sorulduğunda “Zor sorular” diyerek umutsuzluğa yol açmak istemiyordu...
Belki bir gün düzelir her şey diyerek...
Çünkü İslam coğrafyası geçinme derdine ve dünyalık toplama derdine düşmüştü...
Ve de zahmetsiz kazançların...
***
Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin dostumuz da yazılarımız üzerine bana gönderdiği “Fuat Hoca’nın zor soru diyerek cevap vermekten kaçındığı soru, neden sonra çöktü sorusunun cevabını aslında biliyor. Cilt cilt eserinde var cevabı. Ama söylemek istemiyor, söylemesi zor, çünkü söylerse yüzyıllar önce Selçuklu’nun zirveye ulaşıp inişe geçmeye başladığı dönemdeki ikilemi yeniden kurması lazım. Bunu yapamayacak kapasitede değil rahmetli. Ama yapmak istemiyor. Düğüm bir yerde İmam Gazali ile İbni Haldun arasındaki felsefi, ideolojik tartışmadadır. ‘Akli değil, nakli’ ilkesinin İslam dünyasında hâkim olmasından itibaren bilimsel gelişme de (Türkler ve İranlılar, yani Arap olmayanlar dışında siyasi gelişme de durmuş görünüyor. İbni Haldun’un Mukaddime’sinde bahsettiği ‘asabiye’ye yeniden sahip olmaksa yüzde yüz itaatin esas olduğu dünyamızda zor görünüyor. Zorluk budur bence.”
Notları da gerçekten olayın başka bir boyutundaki derinlik...
Lakin bu zor soruların cevapları da basitti...
Otoritenin olmadığı coğrafyalarda bilim yükselir...
Çünkü bilim otorite dinlemez, itaat etmez.
Bilimin otoriteden bağımsız olduğu zamanlarda İslam bilginleri olağanüstü keşiflere imza attı.
Ve ne zaman otoriter rejimler ülkeleri yönetmeye başladı, bilim oralardan kaçtı...
***
Oysa bilim akli, din ise naklidir...
Kuran ve hadis gibi...
Ama ne zaman bilimi de nakli sürecin içerisine sokmaya çalıştılarsa geri kalmışlık ve yerinde saymışlık başladı...
Yani, çuvaldaki mızrakları çıkartmak gerek artık...
Salı yazımızda devam edeceğiz...