Budapeşte’deydik...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte gittiğimiz Budapeşte’de restore edilen Gül Baba Türbesi’nin açılışına katıldık...
Rivayet edilir ki sarığına gül takarak dolaştığı için Gül Baba diye bilinirmiş.
Anadolu’dan gitmiş ve Budapeşte’de oldukça faydalı hizmetler yapmış, halk tarafından da çok sevilmiş...
Ve yaklaşık on yıl yaşadıktan sonra Kanuni’nin ordusu şehrin kapılarına dayanmış...
Halk kendi arasında demiş ki:
- Bu gelen ordu Gül Baba’nın devleti ise niye direnelim ki? Adil bir yönetime kavuşalım...
Halk hiç direnmeden kapıları açıp, orduyu adeta misafir etmiş...
***
Viyana kuşatmasında ise stratejik bir köprüyü koruma görevi verilen Giray Han’ın Leh Kralı III. Jan Sobieski’ye, yani Polonya ordusuna yol vererek ihanet etmesiyle, Osmanlı ordusu bozguna uğrayıp geri dönmüş...
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bu stratejik hatayı hayatıyla ödemiş...
Yani idam edilmiş...
İki insan arasındaki fark işte burada gizli...
Biri Gül Baba...
Kişiliğiyle örnek olmuş ve tek bir ok bile atılmadan, Kanuni’nin ordularına şehrin kapılarının açılmasını sağlamış...
Diğeri ise Murat Giray Han...
Kişilik bozukluğuyla, ihanetiyle Osmanlı ordusunu Viyana kapılarından geri döndürmüş...
Bu yüzden Gül Baba hikâyesi aslında Batılılara anlatacağımız gerçek yüzümüzdür...
“Toplumları kutuplaştıranlar ahmaktır” sözünü herkes söylüyor ama fanatik taraftarlar gibi, yangına körükle gitmeye devam ediliyor...
Tahammülsüzlüğün zirvelerinde gezinenler var hâlâ...
Ve sonuç odaklı seviyor, düşünüyor, karar veriyoruz.
Ön yargılarımızdan kurtulamıyoruz.
“Düşünce polislerinin” ise nerede, ne zaman, kimin eline kelepçe takacağı bilinmiyor.
Belirsizliğin, şüphelerin biriktirildiği parklarda ve dağlarda dolaşmaya devam ediyoruz...
Ve yüzü gözükmeyen kripto karakterler bu ülkenin tüm gerçeklerini çarpıtarak, karalayarak, bin yıldan beri bizleri bir arada yaşatan, buluşturan medeniyetimizi canavarlaştırmış adeta...
***
Ateş toprakları yaktığı zaman kimsenin ağlamaya hakkı yoktur, olmayacaktır da...
Kutuplaşma zamanlarının çok uzağında durmalıyız.
Ve aynı gemide olduğumuza dair gerçeği unutuveriyoruz.
Devlet varsa, güçlüyse millet huzurla uyur ve güneşli sabahlara uyanır.
Yoksa, Irak, Afganistan ve Suriye’yiz...
Yalın ayak, yarı çıplak ve elde bir battaniyeyle yollara düşmüyorsak, devletimizin güçlü ve milletimizin sağduyulu olmasından kaynaklanıyor...
Kısacası, fitneye dair ateşi nerede görürsek, söndürmeliyiz...
Yoksa, bu yangında herkes usulca yanar...
“Biz hangisiyiz?” sorusunun en doğru cevabını herkes kendi vermeli...