İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

12 Mart muhtırasından sonra 19 Mart 1971’de başbakan olarak atanan Nihat Erim’in kabinesi bilgili ve yetenekli isimlerden kuruluydu ama hiçbir temel soruna el atamadı
Bundan 40 yıl önce, 12 Mart 1971’de Türkiye bir askeri darbe daha yaşadı. Sultan Abdülaziz döneminden beri yaşanan darbelerin aksine, tamamıyla emir ve komuta zinciri içinde bir darbe yapılmıştı ve hatta bu hiyerarşinin dışında bir darbe planlayanlar kısa zamanda saf dışı bırakıldı ve hapsedildiler. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da darbeyi yapanlarla bir uyum içindeydi.
Farklı bir harekât tarzı daha görüldü. Sokaklarda tank yoktu; harekat için gece yarısından sonrası değil, güpegündüz öğlen vakti seçilmişti. Askeri görevliler TRT binasına bir bildiri ile geldiler. Bildiri okutuldu, durum belliydi, Demirel hükümetine istifa etmekten başka bir yol kalmıyordu.
Çalkantılı bir hafta geçti. 19 Mart 1971 günü birçok beklentinin aksine sürpriz bir başbakan atandı: 1946’dan beri kesintilerle de olsa CHP meclis grubunun içinde yer alan Prof. Nihat Erim. Meclis kapatılmamıştı; Erim istifa eden Demirel ile yakın istişare içinde olacağını açıkça söyledi. Bu, CHP’lileri ve sayısız sol grubu karşısına almak için yeterli bir demeçti.
Gerçekte Prof. Nihat Erim kabinesi tanınmış teknokratlardan oluşan nitelikli bir gruptu. Başbakan Yardımcısı Atilla Karaosmanoğlu Türkiye’de planlama denen kurumun ve sürecin önde gelenlerindendi, Mülkiyeliydi. Dışişleri Bakanı beynelmilel diplomatik çevrelerde bile ince zekası, belagatı ve hukuk bilgisi ile tanınan ve o sırada NATO’da genel sekreter yardımcılığı yapan Büyükelçi Osman Olcay’dı, Mülkiyeliydi.

11’ler gerilimi başladı
Mülkiye’nin şehircilik kürsüsü mensupları Başbakan tarafından çağrılmış, şehir arazilerinin millileştirilmesi şartıyla görev alabileceklerini ileri sürdükleri için o çevreden imar-iskan veya bayındırlık bakanları seçilmemişti. İlk defa olarak bir kadın bakan alındı: Ankara Üniversitesi’nden Prof. Türkan Akyol. Daha sonra 1980 yılında seçimle gelen ilk kadın üniversite rektörü de o oldu. Çalışma bakanı da Atilla Sav’dı.
Bu saydıklarımız, “11’ler” diye bilinen parlamento dışı bakanların bazılarıdır. İçlerinde Sadi Koçaş da vardı ve o da başbakan yardımcısıydı. Önce Sadi Koçaş ile bir gerilime girdiler, ardından da Başbakan’la... Ve nihayet aynı yılın aralık başında toptan istifa ettiler.
Osman Olcay’ın çizdiği dış politika stratejilerine hiç kimsenin fazla itirazı olamazdı. Çalışma Bakanı’nın hukuk bilgisi mükemmeldi. Türkan hoca enerjik bir profesördü. Karaosmanoğlu Dünya Bankası’ndan gelmişti. O dönemin dünya iktisadi strüktürünü ve planlamayı iyi biliyordu. Kabinedeki diğer bakanların da birçoğu aynı şekilde bilgili ve Türkiye’deki bürokrasinin donanımlı gruplarından gelmeydiler. Bunun gelişmelere bir yararı olmadı.
1971 yılının haziranında hükümet Amerikan etkisiyle afyon ekiminin adamakıllı sınırlandırılması konusunda kesin bir yasak uyguladı. İktisadi vaziyeti sarsıntıya uğrayan geniş bir köylü kitlesinin ve geçimi onlara bağlı olanların önüne CHP’liler düştü; İsmet Paşa ile arası açılan Ecevit ilk parlak çıkışını bu uygulamaya muhalefet ederek gösterdi.
Bundan önce de Mayıs 1971’de İsrail başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılarak öldürülmesi sırasında Sadi Koçaş mikrofonların karşısına çıkmış; dehşet bir konuşma yaparak çok şiddetli kanunlar çıkarılacağını ve “makabline şamil olacaklarını” (yani kanun hükmünün geriye yürüyeceğini) ilave etmişti. Bu dehşet ifadesi ertesi gün bizzat hükümeti destekleyen gruplar hatta Güven partililer tarafından bile tenkit edildi.

Özellikle Ankaralılar korktu
Aralıkta çekilen hükümet maalesef temel hiçbir soruna el atamamış, kabine arkadaşlarıyla geçinememişti. Zaten kabine kısa zamanda 11’ler artı diğer bakanlardan oluşan bir heyete dönüşmüştü. Nihat Erim’in kurduğu ikinci kabine de izleyen yılın 22 Mayıs’ında istifa etti. 12 Mart’ın en sevimsiz günlerinde acemice operasyonlar, özellikle Ankara halkını ürkütmüştü. İzleyen aylarda şehirdeki entelektüellerin başka yerlere göç etmesinde hava kirliliği kadar politik kirliliğin de rol oynadığını söylemek gerekir.
Prof. Nihat Erim hiç istemediği, tasarlamadığı bir hükümet biçimin kurbanı oldu. 12 Eylül mahkumlarının ve idam edilen üç gencin intikamını aldığını ileri süren Dev-Sol mensuplarınca 19 Temmuz 1980’de tertiplenen bir suikastla hayatı sona erdi. Aslında sekiz yıldır inzivadaydı ve aktif politika ile hiçbir alakası kalmamıştı.
Normal zamanda belki önemli ve uyumlu kararlar alıp tutarlı işler başarabilecek olan hükümetinin üyeleri özellikle 11’ler de bu dönemden sonra aktif politikaya katılmaya çekindiler.

MGIMO’da fahri doktora
Çarşamba günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a MGIMO (Uluslararası İlişkiler Moskova Devlet Enstitüsü) tarafından fahri doktora tevdi edildi. Burada enstitü, yüksek okul-fakülte olarak anlaşılmalıdır. Başbakan doğrusu kendi içinde tutarlı bir konuşma sundu. Yesenin, Dostoyevski, Puşkin okuyan Türklerin yanında Nazım Hikmet okuyan Ruslardan da bahsetti. “1829’da Rus-Türk Harbi sırasında Rus birlikleriyle Erzurum’a kadar ilerleyen Puşkin bu şehri ünlü Erzurum seyahatnamesinde betimler; bugün o şehirde tertiplediğimiz Kış Olimpiyatları’nda Rus öğrenciler en parlak dereceleri aldılar. Yakınlığımız ticari alana aksediyor. 36 milyar dolara kadar yükselen bir dış ticaret hacmimiz oldu, beş yıl içinde bunu 100’e çıkarmayı hedefliyoruz. Son on yılda bu rakamlar nerdeyse 10 misli arttı” derken Türkiye’nin büyüyen milli gelirinden iktisadi açılımlarından bahsedildi.
Türkiye son 30 yılda çok değişti. 1968’de ilk Sovyet akademisyenler grubuna Ankara ve Konya’da rehberlik yaptığımda (ki bunlar Gürcü ve Azerbaycanlıydı, başlarında bir Ukraynalı vardı) böyle bir manzarayı rüyamda görsem inanmazdım. Türkiye başbakanı MGIMO’da fahri doktora derecesi alacak ve Türkiye’nin 80’lerden beri hızla büyüyen rakamları hatırlatılacak çünkü Ruslar zaten biliyor!
MGIMO 1944’te kurulan bir diplomasi mektebi. Stalinist Rusya’nın iyi diplomat olmak için komünist olmanın ötesinde bilgili olması, yani Çarlık’tan kalıp komünizme hizmet verenlerin son grubunun (ki içlerinde ünlü yazar Aleksey Tolstoy da vardı) yeni nesilleri yetiştirmesi gerektiğini Sovnarkom (halk komiserleri kurulu) 14 Ekim 1944 tarihi kararıyla kabul etmişti.

Diplomatlar enerji konusunu iktisatçılar kadar iyi bilmeli
Zamanla MGIMO büyüdü. Sovyet Rusya’daki muhtelif milletler kadar II. Cihan Harbi’nden sonra Varşova Paktı ülkelerinin genç diplomat adayları da burada eğitim gördü. Bugün MGIMO eski binasından çıktı, 6 bin kadar öğrencisi var. Bir düzineye yakını Türk. Yani genç diplomatlarımız içinde yerli kurumlarımız, Amerikan ve İngiliz eğitimi ve az miktarda Fransız eğitimlilerin yanında MGIMO’lular da yer alacak. Türk hariciyesinin renkli unsurlardan oluşması gerekir (Bugün MGIMO’da hukuk, iktisat ve diplomasi olmak üzere üç bölüm var. Diplomaside enerji politikalarına da önem veriliyor. Rusya diplomatının bu alanda iktisatçılar kadar iyi yetişmesi lazım, tabii bu bizim diplomatlar için de geçerli). 1994’te MGIMO’ya üniversite statüsü verildi. Fakültenin kütüphanesi zengin, üstelik bu yakınlarda 1815’ten beri zenginleşen Şarkiyat Enstitüsü Lazarev’in kütüphanesi de bu sisteme dahil edilmiş. Yabancı diller bölümü en çok önem verilen dal, iki dili iyi bilmeyen mezun olamaz.
MGIMO’nun bu haline baktım da sevgili okulumuz Mülkiye’nin tarihi serencamı aklıma geldi. Belki onu da böyle bir modele göre (ki onun eski zamanlardaki haliydi) yeniden düzenlemek gerekecek. Hiçbir toplum ve hiçbir devlet seçkin ve imtiyazlı eğitim kurumu olmadan işlevlerini yerine getiremez.