Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yeni yıla büyük bir umutla (!) adım atmış olduk: Yangın İran’a sıçramak üzere.
Aralarında bulunduğum bazı gözlemciler, İran’da işbaşındaki yönetimin bölgenin meşru bir aktörü olabilmesi için Türkiye ve Rusya’nın ortaklaşa çaba gösterdiğine işaretle, İran hükümetinin Yemen’den Lübnan’a, koca bölgeye yeniden nizam vermeye kalkışmayı bir kenara bırakıp önce kendi evine çeki düzen vermesi gerektiğini ifade ediyorlardı. En acil ihtiyaçların başında, gençlerin katılımına izin vermeyen siyasal düzenin ıslahı geliyordu. İslam adına kurduklarını ileri sürdükleri siyasal sistem, ne İslam’ın “şura” fikrine yer veriyor, ne adalete dayanıyor ve ne de çoğulcu bir temsile dayanıyordu. İsteyenin
istediği gibi giyinmesine, gezmesine, eğlenmesine ve öğrenmesine tahammülü olmayan polis devleti, örneğin bilgisayar mühendisi ve programcı olmak isteyenlerin “yetkili makamlardan” izin almasını zorunlu kılıyordu. Bütün fabrikaları ve elektrik dağıtım sistemi, bilgisayar korsanlığı yoluyla taa Tel Aviv’den ve hatta Washington’dan çökertilen bir ülkenin, yoğurdu üflemesi yerinde olabilir. Ancak sorun bu “yetkili makam izni” sürecinin adil ve eşit olmamasından kaynaklanıyordu. Hemen her ülkede her türlü ceberut yönetimin baş gerekçesi olan “ulusal güvenlik”, herhalde çok az ülkede İran’daki kadar abartılıyor olsa gerek. Nitekim bu abartılmış güvenlik kaygılarının birinci sonucu ülkeden dışarı inanılmaz oranda bir profesyonel beyin göçünün doğmuş olmasıdır.
Kime ne ölçüde hizmet ettiği belirsiz (veya çok belirgin) siyasal hiyerarşide, halkın iradesinin üzerinde, “Velayet-i fakih” temsilcisi bir üstün lider, bir anayasayı koruma konseyi, bir Ayetullahlar konseyi ve bir danışma konseyi bulunmaktadır. Yargı ve yönetim atamalarında da cumhurbaşkanı, başbakan, meclis değil, bu seçilmemiş üstün insanlar konseyleri
söz sahibidir.
Yılın son haftası başlayan ve uzun süre devam edeceği anlaşılan gösterilerde meselenin “hayat tarzına karışma” ve “demokratik talepler” olmadığı da çok açık.
SETA araştırma kurumu Dış Politika Direktörü Dr. Ufuk Ulutaş, İran ile ilgili incelemesinde ortada “İran’ı sınırlandırma politikası” bulunduğunu belirtiyor. Bu politikanın görünür yüzünde Yemen’de iç savaşla başlayan, Trump’ın küreli bölge gezisi ve Katar’a verilen Körfez muhtırası ile süren, Lübnan Başbakanı Hariri’nin kaçırılarak yerine Hizbullah’a son verecek birisini getirmek istenmesine kadar bir dizi gelişme var. Dr. Ulutaş, bunların İran’ı zayıflatmak şöyle dursun tersine güçlendirdiğini yazıyor.
İran’a karşı ABD-İsrail-BAE-Suudi ittifakının uyguladığı siyasetinin görünmeyen yüzünde bu ülkede bir gençlik ve Kürt ayaklanması planı vardır. Ve bu plan uygulamaya konmuştur. Ancak meselenin “ağaç” olmadığı, sözüm-ona her sosyal talep kalkışması gibi, dış kaynaklı bu istikrarsızlaştırma teşebbüsü de sadece halkın öfkesini artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İran’ı meşru aktör yapma çabalarının kesilmesi de
bu işin yan etkisi olacaktır.