Fransa Cumhur-başkanı Emmanuel Macron, siyasete atılma biçimi, bir siyasal partinin desteği olmadan, bir manada Fransa halkının mevcut partilere karşı yılgınlığının bir tezahürü olarak hemen hemen hiçbir siyasal yatırım yapmadan en yüksek makama geçilmesiyle, Avrupa’daki diğer dinozor rejimlerden ayrılıyordu.
“Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz!” özdeyişindeki mantıkla, “Bu kadar hızlı başarı popülizmsiz olmaz” diyebilirsek, Macron’un da zaman zaman Avrupa medyasının Türkiye ve AK Parti aleyhtarlığına göndermeler yapması beklenebilirdi. Nitekim, daha önceki görüşmeleri öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmenin kendisi için hiç de kolay olmadığını söylediği hatırlardadır. Geçen haftaki görüşme öncesi, Türkiye’nin çok sayıda gazetecinin hapsedildiği ülke olduğunu ”Erdoğan’ın yüzüne söyleyeceği” tarzındaki efelenmesini de (a) görevdeki acemiliğine ve (b) tribünlere söylenmiş bir iç siyaset söylemine bağlayabilirdik. Eğer Erdoğan’ın ziyareti sonrası Fransız kamu ilişkileri uzmanlarının ve Élysée Sarayı algı yönetimi sorumlularının basına fısıldamaları olmasaydı.
Sorumlu bir lider, görüştüğü bir başka liderin yüzüne söylemediğini, PR ve algı elemanları aracılığıyla, görüşme sonrası basın-yayın mensuplarının kulağına fısıldamamalıdır. Ancak bu fısıltının etkisiz olmadığını da söyleyemeyiz.
“Erdoğan Türkiye’sini” tanıdığını iddia eden, bir tarihte gazetesinin Washington temsilciliği için adı geçecek kadar gazeteci tanındığını sandığımız yazarlar bu fısıltılara kapılıp, Macron’un, AB’nin kapılarını Erdoğan’ın yüzüne kapattığını, Macron’un AB’nin kapılarını arkadan kilitlediğini yazarak, sadece Fransa algı yönetiminin ne kadar etkili olduğunu gösterdiler.
Türkiye art arda uyum yasaları çıkarttığı günden bu yana bu yasaların lafzında, ruhunda veya uygulamasında ne değiştirmiştir ki şimdi el birliğiyle böyle bir “Türkiye ile AB arasında artık hiçbir bağ kalmamıştır!” propagandası yapılabiliyor? Türkiye’nin Avrupalılık değerlerinde ne değişmiştir? Sosyal ağlarda sayıları iki elin parmaklarını aşamayacak kadar malum çevre, yapı ve ideolojilerin
emir eri konumundaki insanın sanki gerçek bilgiymiş gibi sunduğu ham yorumlara bakarak, dünya kamuoyunun Türkiye’nin başına çökmek üzere olduğu kanısına kapılanların attığı sevinç çığlıkları, kısa bir süre sonra AB ile ilişkilerin (Türkiye değil, Avrupa’daki seçim kampanyaları yüzünden) uğradığı popülist kesintilerden önce kaldığı yerden yeniden devam edecek olmasıyla boğazlarına düğümlenecektir. Her seçimde her siyasetçi halkın hoşuna gideceğini sandığı görüşleri abartır; hatta işi halk dalkavukluğuna kadar götürenler olur. Seçim biter, AB ile görüşmeler, pazarlıklar kaldığı yerden sürer.
Şu var ki bu kez işlerin kaldığı yerden, eskisi gibi devamına razı olmayan AB değil Türkiye ve 50 küsur yıldır süren bu körebe oyunu artık eskisi gibi sürmeyecektir.
Yazısını İngilizce yazarak AB’ye doğrudan yarandığını sananların yanıldığı nokta bu: Kapı arkadan değil, önden kilitlenmek üzere.