Ülkemizde informel iletişimde (söz gelimi, mahalle kahvehane- sindeki sohbetlerde) olduğu kadar formel iletişimde de (örneğin, gazete makalesinde) kullanılan bir argüman var. Birinin, bir arkadaşınızın veya bir devlet-hükümet yetkilisinin bir sözünü beğenmediğimizde, önce bu kişinin bu sözüyle kendi kendisiyle çeliştiğini göstermeye çalışırız: “İyi ama sen geçen hafta (on yıl önce) dediydin ki...”
Eğer arkadaşımız filanca fırının ekmeğini beğeniyorsa, son aldığı ekmeğin içinden fare de çıksa, o fırını beğenmeye devam etmek zorundadır. Fırına ve fırıncıya ilişkin kötü bir ifade halinde, bizim karşı eleştirimiz hazırdır: “İyi ama sen geçen hafta (on yıl önce) dediydin ki...”
Bu belki kahvehane sohbetinde taraflara zarar vermez ama aynı kriteri siyasetçiler için, makale yazarları, analizler kaleme alan üniversite mensupları uygulamaya kalktığında, doğrudan kamuoyu yanıltılmış olur, oluyor.
1850’de bir Alman siyasetçi ve bilim insanı Ludwig von Rochau kullandığından beri yeryüzünde “reelpolitik” (gerçekçi siyaset) diye bir terim var. Von Rochau bu terimi şöyle açıklamıştı:
“Tıpkı yerçekiminin fiziksel dünyayı yönettiği gibi, devletlerin işlerini yöneten yasaları anlamak için her türlü devlet faaliyetini biçimlendiren, sürdüren ve değiştiren siyasal kavrama ve sezgileri araştırmak gerekir. Siyaset bilimi eskiden beri bunun farkındadır ama yanlış bir çıkarsamayla kuvvetli olanın hakları üzerinde durmuştur. Oysa bu bir ahlakî yanılgıdır ve siyasete güç kadar kavramalar ve sezgiler de yön verir.”
O zamandan bu yana “reelpolitik” yaklaşımına ideolojik ve ahlak açılarından eleştiriler yöneltilmiş, bu yaklaşımın temelindeki gerçekliği, fırsatçılık, faydacılık, Makyavelcilik sayanlar olmuştur.
Modern reelpolitik yaklaşımının temelinde modern sosyal bilimlerin ve tarihçiliğin öncüsü İbn Haldun’un gerçekçiliği vardır. Ulusal siyasetten farklı olarak uluslararası ilişkilerin kavmî, itikadî veya “akrabalık taassubu” ile biçimlenmediğini örnekleriyle ortaya koyan İbn Haldun, “Amerika’nın ne kalıcı dostu, ne de düşmanı vardır; sadece çıkarları vardır” diyen Henry Kissinger’dan 600 yıl önce, ulusların sadece çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini yazmıştı. “Çıkar” kavramı, uygulamada yöneticilerin ülkelerinin menfaatlerine, kayıp-kazanç dengesine ilişkin çıkarsamalarından ibarettir. Bu çıkarsamada bulunmaya da hakları vardır; çünkü ya demokratik teorinin gereği olarak seçilerek veya kendi toplumlarında yerleşik bir ilahî hukuk anlayışı ile kafalarındaki tacın verdiği yetki ile ellerindeki bilgilere dayanarak, “Şöyle olursa böyle olur” derler.
Eğer eleştirecekseniz, size düşen, şöyle olursa böyle olmayacağına dair, onlarınkinden daha tutarlı bir rasyonalizasyon önermekten ibarettir. Yıllardır “Şöyle olursa böyle davranıyordun, şimdi neden öyle davranmıyorsun?” sorusundaki argüman, sadece realitenin inkârı değil, aynı zamanda mantıktan nefretin de bir kanıtı olur.
Özetle, Barzani fırınından çıkan ekmeklerde fare leşi varsa -ki var- artık o fırıncıyı övmeye, sevmeye devam etmek zorunda değiliz.