Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, herkes alışmış olmalı ki, konuşmalarında ne aşırı duygusallık vardır ne de tabir caiz ise “sansasyon.” Kaşıkçı cinayetiyle ilgili olarak Paris dönüşü yaptığı açıklama, içeride dışarıda hemen bütün gazeteler tarafından çarpıcı başlıklarla verildi. Kaydı dinleyen Suudi görevlilerin şaşkınlığından tutun, Türkiye’nin bu soruşturmadaki nihai hedefine kadar, hemen her cümlesi ayrı bir gazetenin manşeti oldu. Ortak nokta ise Türkiye’deki soruşturmanın “emri verenin ortaya çıkartılmasına yönelik olduğu” idi.
Açıklamada, ses kaydının ilgili taraflarla paylaşıldığı hususu da vardı. Bir ülkede yürütmenin başındaki kişi, bir kanıtın ilgili taraflara verildiğini söylüyorsa, verilmiştir. Hele böyle bütün dünyayı haftalardır sallayan soruşturmada, soruşturmayı yürüten ülkenin liderinin eksik veya hatalı açıklaması yapması mümkün müdür?
Peki, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın açıklaması ne anlama geliyordu? Koca bakan (“Koca” oluşu makamından dolayı elbette!) “varlığı iddia edilen” kayıtları” almadıklarını söylüyor, “Erdoğan yalan mı söylüyor?” diye soran gazeteciye de cevap yetiştiriyordu: “Onun bu durumda oynadığı bir siyasal oyun var.”
Bu sözler, zamanı (mecazen) İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ni parçalamak üzere gizli Sykes-Picot anlaşmasını imzaladıkları gün durmuş olan bu satırların yazarına bile son derece ters geliyor. Fransız bakanın tükürdüğünü ertesi gün yalaması da bu tersliği ortadan kaldırmıyor.
Aynı açıklamalara sadece Fransa Dışişleri Bakanı değil, ABD’nin gerçek dışişleri bakanı olan Ulusal Güvenlik Danışmanı, John Bolton da ta Singapur’dan karşılık verdi. Bolton’a göre, bu ses kayıtlarında “Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı suçlu gösteren bir şey yok” imiş.
Elbette yoktur! Olsaydı, sözüm ona Arap-İsrail barış planının mimarlarından, bu planı sadece Arap ülkelerine değil tüm Müslüman uluslar topluluğuna satmakla görevli prens bey, Allah korusun, önce kendi ulusunun, sonra bütün Müslümanların gözünden düşerdi. İsrail ile hâlâ savaş halinde olan Arap ülkelerinin ABD’nin koyduğu şartlarla barış anlaşması yapması imkânsız hale gelirdi. Hatta işgal altındaki Kudüs’ün İsrail’e ilhakı ve başkent olarak tanınması çabaları da sonuçsuz kalırdı.
Bir ülkenin bakanı, hiç yüzü kızarmadan, müttefiki olan ve daha üç gün önce bizzat kendi cumhurbaşkanı tarafından Kaşıkçı soruşturmasındaki rolü övülmüş bulunan bir ülkeyi “siyasal oyun” peşinde bulunmakla suçlayacak; bir diğer ülkenin ulusal güvenlik sorumlusu, bitmemiş soruşturmadan, beraat hükümleri çıkartacak.
“Neden” diye sormadan önce bu iki ülkenin bir ortak niteliğini hatırlayalım. Fransa ve ABD, hâlâ Suudi Arabistan’a her gün milyarlarca dolarlık silah sevk ediyorlar. Bu silahlar, Yemen’deki masum insanların tepesine ölüm olarak iniyor. Almanya, Kaşıkçı olayının ortaya çıktığı ilk hafta, Suudi Arabistan’a askeri teçhizat satışını durdurduğunu açıklamıştı. Fransa ve ABD’nin bu boşluğu doldurduğuna hiç şüphe yok.