Avrupa Birliği, Suudi Arabistan’ı, terörü finanse eden ülkeler listesine ekledi. İran bunu uzun zamandır iddia ediyordu; ancak kendisi bir terörist rejim olduğu cihetle, bu iddiası çok ciddiye alınmıyordu.
Geçen hafta, Ceyş ül Adl (Adalet Ordusu) adlı bir terör örgütü, İran’ın Belucistan ilinde, mollaların terör örgütü olan Devrim Muhafızları’nın bir karakoluna bombalı saldırı düzenledi, 27 polis öldü. Bu ilin yarısı Pakistan’a aittir ve orada da son üç yıldır Şiilere yapılan saldırılarda tırmanma vardır. Bu yöre, Pakistan’ın Şii nüfusunun yoğun bulunduğu bir yerdir. Pakistan’da halkın yüzde 20’si Şiidir ve onlara yapılan saldırı doğrudan bu ülkeyi karıştırmak isteyenlerin, başta Taliban olmak üzere, bütün silahlı Sünni grupların ekmeğine yağ sürmektir.
Pakistan’da sosyal ahengi bozmak, Orta Doğu’da savaşın devamını isteyenlerin bir numaralı hedefidir ve bunu sağlamanın aracı ta 1979’da o zamanki adıyla Sovyetler Birliğinin hâkim unsuru olan Rusya’nın Afganistan’ı işgalinden bu yana Suudi Arabistan ve Mısır olagelmiştir.
Belki şimdi çok kişi hatırlamıyor ama Sovyet işgaline karşı--kendi askerini ateşe atmak istemeyen--ABD ve İngiltere’nin organizasyonu, Suudi Arabistan’ın parası ile işsiz Mısır gençlerine kurdurulan Taliban Mücahitleri olmuştu. Tarihe mal olmuş “mücahit” kelimesi böylece yeniden günlük dile girerken, Suudi Arabistan da (Kudüs’ün İsrail işgali sebebiyle Batı’ya uyguladığı petrol ambargosunu affettirerek) yeniden ABD’nin ve İngiltere’nin müttefiki sayılmıştı.
Şu vardı ki, ABD ve İngiltere’nin çok aklı ermediği için Suudi Arabistan Taliban’a sadece mücahit adını vermekle kalmamış, aynı zamanda bu örgüte ve daha sonra oluşturacağı bütün benzeri gruplara radikal bir Sünni anlayışını da vermişti. Bu anlayışta, hadisin yeri yoktur; Kur’an tamamen lafzî-düz ifadesiyle yoruma tabi tutulur, 1500 yıllık kelam-fıkıh birikimi yok sayılır; peygamberin dindeki yeri bir postacı düzeyine indirgenir.
Böyle bir radikalizm, elbette Şiiliğe gösterilen geleneksel saygıdan bihaber olarak, İslam ülkelerinde fitne çıkartmanın en kestirme yolu olan mezhep kavgalarını yeniden canlandırmakta sakınca görmeyecektir. Suudilerin, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de ve Lübnan’da yaptıkları budur. Gerçi İran rejiminin de bu konuda Suudi radikalizminden farkı yoktur ama mollalar en azından Irak ve Suriye’de Rusya ve Türkiye tarafından nispeten dizginlenmiş görünmektedir.
General Ziya ül Hak’kın 1977’de başbakan Zülfikar Ali Bhutto’yu devirip asmasıyla çivisi çıkan Pakistan bugüne kadar bir türlü istikrara kavuşamadı. Yeni başbakan İmran Han ülkesini ekonomik krizden kurtarmak için Suudi yardımına bel bağlamış görünüyor. Kaşıkçı cinayetindeki rolü dolayısıyla Pakistan’dan başka ciddi bir ülkenin davetine gitmediği veliaht Prens Muhammed bin Salman şimdi bu davranışı ödüllendirmeye çalışıyor. Prensin bin kişilik bir iş adamı grubuyla yaptığı Pakistan gezisi, bu ülkeyi radikal İslam saflarına çekmeyi amaçlıyor.