Cumhurbaş-kanı Erdoğan’ın hafta başında ziyaret ettiği Ürdün’ün görünürdeki en büyük sorunu, İsrail’in Suriye’de kurulacak çatışmasızlık bölgeleri planının tümüne İran birliklerinin de yerleşeceği iddiasıyla tümden karşı çıkması ve Ürdün’e de baskı yapmasıydı. Erdoğan Ürdün’de iken İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Amerika’da Başkan Trump’ı bu planı desteklemekten vazgeçmesi için iknaya çalışıyordu. Gerçi Trump’ın iç politikadaki sorunları sebebiyle, Suriye’yi, Ürdün’ü görecek hali yoktu. Nitekim Trump bu sebeple olmasa bile çatışmasızlık bölgeleri planı konusunda Rusya ve Türkiye ile vardığı mutabakatı bozmaktan kaçındığı için, Netanyahu’yu eli boş gönderdi. Netanyahu bu hayal kırıklığının verdiği öfkeyle ve ayağının tozuyla dün Rusya’ya koşarak Soçi’de Putin ile aynı talebi iletti: “Suriye’de, Lübnan, İsrail ve Ürdün sınırına yakın bölgede Hizbullah’ı mevzilendiremezsiniz.”
İsrail, adında “İran” kelimesi bulunan her şeyi Hizbullah diye algılıyor. Elbette, Haşdi Şabi nasıl Türkiye’yi rahatsız ediyorsa, İran Hizbullah’ı da İsrail’i, Lübnan’ı ve Ürdün’ü aynı şekilde rahatsız eder, etmelidir. Ama bu rahatsızlığı gidermenin yolu, “Eğer Hizbullah gelecekse, kimse gelmesin; çatışmasızlık bölgeleri de kurulmasın” demek değildir.
Türkiye’ye gelen İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, ülkesinin uluslararası toplumun sorumlu bir aktörü olarak hareket edebileceğinin beyanını Ankara’da sundu. Şimdi bu sunumun kanıtını görme zamanıdır.
Çok kısa zamanda bunun icraata döküldüğünü görebiliriz.
Görebiliriz, çünkü İran, Suriye’de açılacak bir kuzey koridorunun orada kalmayacağını, bir surette ve belirli bir takvim çerçevesinde Irak’a uzanacağını bilmektedir. (Barzani’nin “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” oyunu bu takvimi hızlandıracaktır.) Irak’a uzanacak bir koridor, PKK’nın Türkiye, PJAK’ın da İran üzerindeki hayallerini kamçılamaya yarar.
İran, bir ya da iki Irak kasabasının, Türkiye’nin öfkelendirilmesi pahasına, Haşdi Şabi’nin eline geçmesindense, PKK-PJAK yapılanmasını da, PKK-PYD yapılanmasını da doğdukları yerde boğmanın ve bu arada Hizbullah marifetiyle İsrail’e karşı kazanamayacağını çok iyi bildiği yeni maceralar yerine, çatışmasızlık planının sorumlu bir uygulayıcısı olmanın çok daha yararlı olacağını görmemiş olabilir mi?
O görmese bile bunu onun gözüne sokacak bir Putin’in varlığı, İsrail’in dikkatinden kaçmış olabilir mi?
İsrail derin devletine yakın makale yazarları bu hafta sürekli “İsrail de Ürdün gibi, kendi sınırlarında İran’ın etkisinin artmasına itiraz etmektedir” diye yazıp durdular. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Ürdün gezisi boyunca gösterdikleri memnuniyete bakarsak, bu itirazların yersizliği konusunda Kral Abdullah’la önemli hiçbir görüş ayrılığının bulunmadığı (veya kendisinin ve ABD Savunma Bakanı James Mattis’in ziyaretleri sonucu ortadan kalktığı) sonucuna varabiliriz.
Bu beklentilerin yersiz olmadığını ve bölgede bir Şii yayılmacılığı için değil, komşularında barış ve huzur isteyen bir ülke olduğunu kanıtlaması için şimdi
gözler İran üzerindedir.