Rahmetli Fahir Armaoğlu hocamız hayatta olsaydı, Trump’ın “İran’a resmen son vereceğini” ifade ettiği Twitter mesajını görseydi, acaba ne derdi? Derslerinde ve yazılarında “Osmanlı’nın devlet olarak hukukunun sona ermediğini” söyleyen Armaoğlu gibi, öğrencisi Prof. Oral Sander de Almanya’nın Avusturya’yı ilhakını (Anschluss) anlatırken, Alman işgaline, devlet dairelerinin işlevlerinin Alman makamlarına devrine rağmen Avusturya’nın asla “bitmediğini” belirtirdi.
Trump’ın söylemi, insanın ancak “Tut kelin perçeminden!” diye karşılayacağı bir ciddiyette. Basra Körfezi’nde bir Suud gemisine İran’ın yaptığı sabotaj ve Bağdat’taki ABD elçiliğinin yakınına bir İran füzesi atıldığı açıklamaları kadar ciddi. Hatta ABD başkanı Bush’un ve İngiltere başbakanı Tony Blair’in 2002 ve 2003’te yemin billah Saddam’ın Irak’ta kitlesel imha silahları bulundurduğu iddiası kadar ciddi.
İş, Ortadoğu ile ilişkilerine geldiğinde ABD’nin uluslararası itibarına birden koyu bir “İsrail korumacılığı” gölgesi düşüyor. ABD bunu açık ve seçik yapsa ve mesela “Musevilerin yüzde 41’i ABD’de oturuyor. Bizim İsrail’i korumakta iç siyaset açısından yükümlülüğümüz vardır. Bu sebeple, Ortadoğu’da attığımız her adım bu siyasete göre atılıyor” dese, belki o zaman itibar sorunu bugünkü kadar ağır olmazdı.
Nitekim ABD’nin Suriye Koalisyonu eski Özel Temsilcisi Brett McGurk, geçen hafta Amerikan Foreign Affairs dergisine yazdığı yazıda, aynen, “ABD’nin Suriye misyonunda çok geniş bir büyüme” olduğunu belirtiyor ve bunlardan birini “İran’ın Suriye’de İsrail’i tehdit edebilecek şekilde takviye edilerek güçlendirilmiş bir askeri varlık bulundurmasını önlemek” olarak açıklıyordu.
İran’da İslam devrimi, sadece Müslüman hassasiyetleri yüksek bir siyasal ekibi rejimin başına getirmedi; devleti tümüyle İslamcı bir ideoloji üzerine kurulu bir sistemin eline verdi. ABD’li siyasetçiler çok samimi olmakta sakınca görmedikleri anlarda, “İran’da rejimi değiştirmek” emelinden söz edegeldiler. ABD Dışişleri bunu sürekli reddetti; amaçlarını sadece İran saldırganlığını durdurmak olarak açıkladılar. Ama dünya kamuoyu, bu rejimin Şah’ın rejimi gibi ABD’nin gölgesinde ve İsrail’in yörüngesinde bir siyaset izlemeyeceğinin anlaşıldığı andan itibaren ABD tarafından değiştirilmek istendiğini biliyordu.
Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi, ABD tarafından resmen “İran Veliahdı” olarak tanınıyor ve Virginia’nın McLean kentinde CIA’ya komşu bir çiftlikte misafir ediliyor.
Trump’ın devletler hukuku cehaleti ve zücaciye dükkânındaki fil nezaketiyle ifade ettiği “İran’a resmen son vermek” aslında Rıza Pehlevi’nin annesi Farah Diba, ordu komutanları ve bakanları ile bir askeri uçakla Tahran’a giderek, Niavaran’daki Gülistan Sarayı’na yerleşmesidir.
İran’ın İslam devrimi ihraç ederek, Yemen’den Beyrut’a bölgede yaratmak istediği pahalı ve kanlı Şii Hilali fantezisine son vermesi ne kadar arzu edilirse de İran’da rejim değişikliği sadece İranlıların yetkisindedir, Trump’ın kaba kuvvetinde değil.