27 Mayıs 1960’ın 59’uncu yıl dönümünü geride bıraktığımız bu hafta, başka bir ordu, kendi halkının iradesiyle mücadele halinde. Sudan’dan söz ediyoruz. Ülkeyi 1989’da askeri darbeyle ele geçiren eski general Ömer El Beşir, 1960’larda yazılan siyaset bilimi kitaplarındaki “müşfik diktatör” tipinin son örneğiydi. Ama biz, 1960’ın lideri Org. Cemal Gürsel’den, 1970’in lideri Memduh Tağmaç’tan ve nihayet 1980’in lideri Kenan Evren’den biliyoruz ki “müşfik” ve “dikta” kavramları yan yana gelemez. Diktatörlükler, özellikle askeri diktalar daima kan dökerler, can alırlar.
Ömer el Beşir, ülkesi için hayırlı işler yaptı ama artık darbe geleneğinin bitmesini sağlayacak çok partili demokrasi tesis etmek yerine, işbaşında bulunduğu 30 yıldaki işleri kendi başarısına bağlıyor ve “Bu işi en iyi ben biliyorum” kibrine saplanmış bulunuyordu. Nitekim sokağın sesini duymadı.
Ne yazık ki Sudan halkı talebini ve protestosunu belirtebilecek bir siyasal olgunluğa erişmiş olduğu halde, Sudan Silahlı Kuvvetleri geleneğinden şaşmadı ve bir darbeyle yönetime el koydu. Sudan halkı bu işi sevmedi ve bir eski generalin gidip, yerini bir başka eski generalin alması modeline karşı çıktı. İki aydan beri, ana protesto hareketi liderleri ile askerler arasında adeta bir irade mücadelesi yapılıyor.
Sivil halk, kan dökülmesine yol açmamak için elinden geleni yapıyor ve tarihte bilinen bütün kansız direniş yöntemlerini uygulayarak, orduyu geçici yönetimi bir sivile devretmeye zorluyor. Hareketin liderlerinden Sıddık Faruk, bu hafta başında yaptıkları iki günlük genel grev çağrısına ülkenin her köşesinden cevap aldıklarını söyledi. Bu uyarı grevine olumlu cevap vermesi ümit edilen askeri cunta, sivil halkı, “askerleri kışlalarına hapsetmek ve hiçbir işe karıştırmak istememekle” suçladı.
Sudan ordusunun karışacağı çok iş var ve sivil halkın iradesine boyun eğerek, sivil yönetimin emrine girerek yapacağı bu işleri yapmadığı için ülke ABD ambargosu altında eziliyor. Ülke, gibi petrol zengini bir ülke olabilecekken, bugün ABD kuklası Suud ve BAE rejimlerinin tehdidi altında inliyor. Batılı güçler Sudan’ı yarım milyon kişinin can verdiği bir kanlı iç savaşla 2011 yılında ikiye böldükleri günden beri, iki taraf da yoksulluğun elinde kıvranıyor.
Bu coğrafyanın kaderi, okumuş-yazmış, Londra’larda Paris’lerde, New York’larda üniversiteler bitirmiş yerli seçkinlerin okudukları bu başkentlerdeki “milli çıkar” söz konusu olduğu anda, her türlü ideolojiyi, grup çıkarlarını bir kenara bırakma hasletini edinmemiş olmalarından geliyor.
Örnek, 1946’dan beri hak ettiği devlete ve insanca yaşama kavuşamayan Filistin halkı. Hamas ve El Fetih arasındaki çatışmanın sebeplerini say deseniz iki tarafın liderleri de sayamazlar. Ama bu anlaşmazlık, şu anda Filistin devleti fikrini yok etmek üzere hazırlanan ABD-İsrail planının temel dayanak noktasıdır.
Sudan da aynı çarka girmiş gibi; askerlerin bir diktadan diğerine geçmenin halka hiçbir şey kazandırmayacağını anlaması gerekiyor.