Toplumsal hafıza da bireylerin belleği gibi çalışır... Belirli bir “bilgi edinme” yükünün üzerine çıkıldığında, “bilgi işleme” süreci durur ve toplumlar da tıpkı birey gibi sloganlara, gereksiz genellemelere, mitlere ve hatta gerçekliği olmayan söylemlere sığınmaya, yeni yeni söylemler uydurmaya sığınır. “Sığınır”, çünkü aşırı bilgi baskısı bireylerin, (toplumların bilgi edinme sürecine giren-çıkan ögelerin kapı bekçiliğini yapan) gazete yazarların, TV yorumcuları gibi uzmanlarımızın, (giderek yayılan terimle) “fikri önder” denilen kişilerimizin, Ziya Paşa’nın “İdrak-i maali” (karmaşık ve yüksek fikirleri anlama becerisi) dediği akıllar, ne kadar geniş olursa olsun, belirli bir ağırlığı çekebiliyor...
Son bir hafta içinde üst üste gelen o kadar çok doğru-eğri bilgi kümelenmesi oldu ki, bu sloganlara sığınma çabalarında da olağanüstü artış görüldü. NATO’nun, böyle bir komplo olmasaydı, hiçbirimizin yapıldığının bile farkında olmayacağı bir tatbikat gösterisi (simülasyonu), bir anda Türkiye’nin NATO üyeliğini sorgulatan bir çığıra sebep olabildi.
Cumhurbaşkanı ve hükumetin bu tatbikata katılan Türkiye kontenjanını çekmesi, eylem alanında da, söylem alanında verilecek yanıtın tamamı olarak herkesi tatmin edebilecekken, durumdan vazife çıkartmak isteyen her kesimden insanlar, kendi düşmanını yaratmaya veya var olan düşmanını bütün topluma (tabiri hoş görün) yutturmaya çalışıyor.
Toplum hiçbir zaman “tabularasa” (bembeyaz bir kâğıt) değil ki, sizin-benim bir iki programda dile getirdiğimiz hipotezlerle, sloganlarla, anlattığımız hayalet hikayeleriyle korkuya kapılıp, peşimize takılsın, ellerinde bayraklarla sokaklara dökülsün! Bunu sanmak kadar yanlış bir şey olamaz. Ama birçok kişi, Norveç’teki bir enayilikten veya Fetullahçı Terör Örgütünden ayni-nakdi çıkarlar sağlayan iki savcı ve bir yargıcın düzenlediği hukuk komplosuyla Türkiyeli bir işadamını ve bir bankacıyı adam kaçırma yöntemleriyle rehine alıp düzenledikleri gösteri mahkemelerinde yargılamaya kalkmalarından hareketle koca ülke için yeni dış politikalar üretiyor. Bu tür öfke ve hamasetle karışık fikirler, sadece gereksiz genellemelere ve düşman üretmeye yarıyor.
Siz-ben-biz, kendimizi S-400 uzmanı haline getirip, F-35 alıp almamak konusunda fikir üretirken, Norveç olayını istismar ederek “birilerinin” Türkiye’nin batı ittifakından çıkartılması (atılması) için kulağını tersten gösterir
gibi tahrikçilik yaptığını anlamaya-anlatmaya çalışırken tuzağa düşüyoruz.
Bu demek değildir ki, gerçek düşmanlar yok ve bunlar yeni fırsatlar oluşturarak her fırsatta Türkiye’ye yeni-yeni tuzaklar kurmuyorlar... Kuruyorlar ve bu tuzakları anlamak, şeytana pabucunu ters giydirmek gibi beceriler gerektirir hale geliyor. Ama içinde bulunduğumuz durumu, 19’ncu yüzyılın sonundaki gibi, dört bir tarafta varlık savaşı verdiğimiz bir döneme benzetmeye çalışmak, Türkiye’ye yararlı bir hizmet olmaz. Her köşede bir komplo ve bir düşman tasavvur etmek, akılı insan işi değildir çünkü.