Birdenbire nur topu gibi bir Uygur meselemiz oldu. Yanlış anlamayın ve Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz de üzülmesinler; Çin’in milattan önce 200’den bu yana Uygur Türklerinin topraklarına yönelik saldırgan emellerinin farkındayız. Sincan bölgesine ve özellikle Urumçi’ye yapılan sistematik göç hareketlerine rağmen, Çin Komünist Partisi, Uygur Özerk Bölgesi’nde nüfus çoğunluğunu Han etnisitesi lehine değiştirmeyi beceremedi. Dünyanın kısaca “Çinli” dediği millet, kendi dilleriyle Hanzu, Çin nüfusunun yüzde 97’sidir. Uygurlar ise Sincan’ın yüzde 60’ını oluştururlar (Çin makamları da bu rakamı küçük göstermek için ellerinden geleni yaparlar.)
Sincan’ın Müslüman Türk halkı, Çin’deki diğer özerk bölgeler ne kadar özerk ise, o kadar özerktir. Ancak 2009’da Urumçi’de, Hanzuların hem Çin polisine, hem de Uygurlara saldırarak başlattıkları huzursuzluk, Türkiye’nin dikkatini Uygur bölgesine özellikle çevirmesine sebep oldu. Aynı yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ertesi yıl Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2015’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resmi Çin ziyaretlerinde Sincan’a uğramaları, bu dikkatin göstergesi oldu. Bu ziyaretlerde yapılan görüşmelerde, Türkiye tarafı Uygurların sorunlarını dile getirdi; Çin tarafı da Uygur halkın ekonomik ve eğitim durumunun iyileştirilmesi için sözler verdi.
Çin, yakın zamana kadar, parçalanmadan önceki Sovyetler Birliği’ni, hatta Tanzimat devrinde Osmanlı’yı hatırlatıyordu. Komünist Partisi’nin ağır sultası, sadece Uygur Türkleri gibi, dinini, kültürünü günlük yaşamında kendisine rehber ve referans yapmak isteyen diğer azınlıklar (örneğin Tibet halkı gibi) değil, fakat Çin ve Çinli dediğimiz zaman düşündüğümüz çoğunluk için de hayatı nefes alınamaz hale getiriyordu. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 1991 Aralık’ından bu yana Çin, katı tek parti yönetimini önce “demokratik merkeziyetçilik”, sonra da “özelleştirme” programları tabi tuttuğu reformlarla komünist diktanın mevcudiyeti adeta lafta kalmış oldu. Çin Komünist Partisi’nin son kongre hazırlığını izleseydiniz, edineceğiniz izlenim, Kanarya Sevenler Derneği kongresinin daha ciddi hazırlandığı olurdu.
Şimdi, birdenbire, Hollanda’daki bilgisayar güvenlik firmasından ABD’deki bir insan hakları kuruluşuna, bütün dünya Uygurların çektiği eza-cefa ve gizli polis takibinin ne kadar vahşi boyutlara vardığına ilişkin haber bombardımanına başladı. Kendi ülkelerinde ezan okutmayan Batılı milletler, Sincan’daki dini baskıları protesto etmeye başladılar.
Bu protestoların ortak cümlesi de şu: Türkiye bu konuda neden bir şeyler yapmıyor?
Tabirimi bağışlayın ama bu gaza gelip, Çin hükümetini aleni bildirilerle uyarmak, bu kampanyayı açanların tuzağına düşmektir. Bu tuzağın bir amacı Çin’in yeni İpek Yolu projesi olan Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nde Türkiye’nin yerini kaybetmesini sağlamaktır.
Türkiye’nin Çin’le temasları, umuma açık basın bildirisiyle değil, bugüne kadar olduğu gibi müzakere masasında görüşmelerle yapılmalıdır.