ABD ve müttefikleri yaklaşık 20 yıldır devasa bir “enformasyon paylaşım ağı” kurdular. “Müttefikleri” denildiği zaman sanmayın ki ABD’nin bütün ortakları, anlaşmalardaki “dostları” eşit muamele görür. Bu Trump ile başlayan bir şey de değil. Eski dışişleri bakanı Kissinger’ın 50 yıl önce açıkladığı gibi ABD’nin sabit dostları veya düşmanları yoktur, sadece çıkarları vardır; bu “uluslararası terörizm bilgi bankası” da ABD’nin o günkü çıkar borsasındaki endekslere göre ortak kabul etmektedir.
Bu bilgi bankasının bilinen tek özelliği vardır; içinde Müslümanlar olmayan kuruluş veya bireyler hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bilgi aradığınız teröristin dini Musevi, Hıristiyan, Budist, Hindu ise başka veri tabanına! Aradığınız şahıs hakkında burada bilgiye ulaşılamamaktadır!
Diyelim ki Pakistan’dasınız ve kulağınıza Keşmir’de bir Hindu grubunun birtakım hazırlıklar içinde olduğu bilgisi geldi. “Aman, Amerikalı dostlarımızı arayalım. Bakalım ellerinde ne var?” diye boşuna heveslenmeyin. Ya da Rohingya’da bir Müslüman topluluğunu liderisiniz ve Budist rahiplerin yeni bir katliama hazırlandığı duyumunu aldınız. Hiç boşuna Myanmar Devlet Başkanı Aung San Suu Kyii’ye veya ABD elçisine sormaya kalkmayın. Birincisi söylemez; ikincisi bilmez.
Neden böyle? 11 Eylül saldırısı öncesinde, çok öncesinde, Sovyetler Birliği’nin çöktüğü günlerde, Harvard Üniversitesi Uluslararası Faaliyetler Enstitüsü’nün düzenlediği bir konferansta (meşhur Medeniyetler Çatışması kitabının yazarı) Prof. Dr. Samuel P. Huntington, örneği psikolojiden getirerek, “İnsanlar gibi ulusların da “Allah vergisi” (innate) düşmanlara ihtiyacı olduğunu söylemişti. Bir kere bu inanç psikolojide asla tartışmasız kabul gören bir teori değil; ikincisi toplumların hiçbir özelliği bireye indirgenerek açıklanamaz. Kaldı ki insanlığın bilimde, sanatta, ticarette, sanayide en hızlı ilerlemeyi kaydettikleri dönemler, daima barış dönemleri olmuştur. ABD, Sovyetler gibi -yayılmacı ideolojiyle hareket eden- bir düşmandan kurtulduktan sonra, açılan barış dönemini pekâlâ sürdürebilirdi. ABD’nin ne Rusya’yı, Çin’i ve İran’ı yeniden düşman diye görmesine ne de 11 Eylül’den sonra bunu yapanların dinlerine bakarak İslam’ı tümüyle düşman saymasına gerek vardı.
Ama Huntington’ın kuramı, yavaş yavaş ABD’nin sağcılarını önce aşırı milliyetçi, ardından İslam düşmanı ve sonunda beyazların üstünlüğüne inanan radikaller haline çevirdi ve ortaya çıkan kamuoyu, kendisine Trump şahsında eşsiz bir lider buldu. Bu arada ABD liberalleri bile “Yeni Muhafazakâr” adıyla yeni bir tür radikalizme evirildi.
Şimdi tam bir tencere-kapak durumu var. Bugünkü haritalarla Ortadoğu’nun “yönetilemeyeceği” fikrindeki savunma ve Müslüman ülkelerin asla ABD’ye dost olmayacağı fikrindeki dışişleri bakanlıkları işi gücü bırakıp, Müslüman terörist dosyaları tutuyorlar; Brenton Tarrant’lar ise Yeni Zelanda’da makineli tüfeklerini sallaya sallaya geziyor ve camileri basıyor.