Diplomaside söylenenler kadar, söylenmeyenler de önemlidir. Ve, şeytan ayrıntıda gizlidir; özellikle diplomaside kullanılan kelimelerin ayrıntılarında...
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Beyrut’ta ve Ankara’da YPG ile ilgili şeyler söyledi. Ve hatta, Ankara’da tercümeye ve ikiyüzlü siyasete kurban gitmez ise, Menbiç’te YPG’siz bir güvenlik çözümüne “evet” bile dedi. Dahası, Tillerson, Suriye’de yerleşim yerlerinin savaş öncesi nüfus kompozisyonuna geri gelmesi için Türkiye ile ortak çaba göstereceklerini de söyledi.
Tillerson, ne Beyrut’ta, ne Ankara’da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ortak basın açıklamasında “Suriye’nin toprak bütünlüğü” kelimelerini telaffuz etmedi. ABD’nin Suriye tasavvurunu anlatırken, “... halkı ayırt eden ‘special demarcation’lar olmayan, demokratik, liderlerin serbest ve adil seçimlerle belirlendiği” bir ülkeden söz etti. “Sınır çekme” ve “sınır belirleme” gibi anlamı olan “demarcation” sözüyle ifade edilen bir bölümlemenin olmaması, Irak’taki gibi bir-iki tahrikle Kürtlerin bağımsızlık ilanına kalkışabildiği bir düzenleme olmayacağı anlamına da gelmiyor.
Sınır ilan etmeden, yerel KCK (PKK’nın üst yönetim kuruluşu olan Koma Civaken Kurdistan-Kürdistan Topluluklar Birliği) birimlerine kurdurulan sözüm-ona kantonlar ve yerel konseylerle Suriye’nin adım-adım bölünmeye itilmesine engel olan ne var? ABD’nin gerçek niyeti Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov tarafından geçen hafta açık ve seçik ilan edildi. ABD’nin Suriye’yi üçe bölmeye hazırlandığını öne süren Lavrov’un da, kendi ülkesi adına benzer hazırlıkları olmadığını kim söyleyebilir?
ABD’nin planı, Suriye’nin ne Arap, ne Türkmen, ne de Kürt halkının refahı ve geleceğiyle ilgili değildir. Bu plan sadece ve sadece, İsrail’in Musevi halkının güvenliği ve refahı ile ilgilidir. ABD, belki Menbiç’ten 50-100 YPG milisini, (DAEŞ’lileri yaptıkları gibi) otobüslere bindirip nehrin karşı kıyısına geçirecektir. Ancak bu, Suriye’yi bölmekten ve orada en az üç ülke oluşturmaktan vazgeçtikleri anlamına gelmeyecektir. Amerikalılar hala inanıyorlar ki, İran’ın batıya yayılması, Irak’ta elde ettiği alan hakimiyetini Suriye’nin güneyine taşımasına engel olacak tek güç, oluşturacakları bir “Kürt varlığı” olacaktır. Bu oluşuma uydurdukları kılıf, DAEŞ’le mücadeledir. Tillerson bunu en iyi şekilde yapabildiğini kanıtlamış olan ve üstelik milyonlarca dolar harcayıp silahlandırmaya gerek olmayan Türkiye ile neden yapmadıkları sorusuna, ne görüşmelerde ne basın toplantısında cevap vermemektedir. Tillerson’ın da (YPG ile PKK’yı çarpıştırma fikrinin mucidi) Mattis’in de anlayamadıkları, bir Şii yayılmasını (ve dolayısıyla İsrail’in daha fazla tehlikeye düşmesini) önleyecek
tek güç Türkiye’dir.
5 yıldır eğitip donattıkları PKK uzantısının iki manga Türk askeri karşısında kaç saat dayandığına bakıp, İran’ı nasıl önleyeceklerini düşünmelidirler. Hiç “Biz onları donatmadık, eğitmedik” diye kendilerini de İsrail’i de avutmasınlar...