Bütün farklı görüşler birleşti.
Bu yapıştırıcının adı “Zarrab...”
New York’taki davanın adı “ABD, Atilla’ya karşı...”
Buradaki hava ise “Türkiye, Zarrab’a karşı...”
“Sen neymişsin be Zarrab!”
...................
Türkiye’deyken “muteber işadamı” etiketliydin.
Dünyanın 4 bir yanında hapishanelerdeki Türklerden imtiyazlı konuma geçtin Miami’ye gidip tutuklandığında (!!)
Senin için Dışişlerimiz ABD Dışişleri’ne iki nota verdi.
Sanki dokunulmazlığın varmış gibi.
Belki de Türkiye’de gösterdiğin yüzün uğruna.
Oysa...
New York’ta diğer yüzünü gösterdin.
ABD hukukunda “itirafçı”, Türkiye medyasında “iftiracı” oldun.
Yeni etiketler yapıştırıldı üzerine; “alçak, hain, yalancı...”
......................
Yarattığın olayı Türkiye’de iktidara karşı kullanmak isteyen muhalif kanat bile seni “tu kaka” ilan etti.
“Türkiye başka, Zarrab başka...”
Yani...
“Sana karşıtlıkta” hepimiz birleştik.
Artık “Türkiye’de kalmadı ama sahiplenenin, koruyanın, uğruna ‘önüne yatan kodamanların Amerika’da’...”
......................
Ama...
“Zarrab başka, Türkiye başka” çizgisinde birleşsek de “Türkiye’ye zarar vereceğin (ama Türkiye bunu aşar)” görünmekte.
Bankalara “yaptırım” gibi ekonomiyi yıpratabilecek ABD kararları ötesinde “siyasi” ayağı da hissediliyor.
Belki de önümüzdeki 2019 seçimlerini etkilemek üzere “siyasi hedef isimler” seçilmiş olabilir.
.....................
Bir “alternatif tarih” denemesine girişelim.
17-25 Aralık’ta “FETÖ operasyonu” sonrasında, “Zarrab virüsünün” bulaştığı iddia edilen 4 bakan ya da onlardan -gerçekten- bu virüsü kapmış olanları Yüce Divan’a gönderilseydi...
Evinde ayakkabı kutularına stoklanmış milyonlarca euro bulunan banka genel müdürü de Zarrab’la birlikte yargıya teslim edilseydi.
Adil ve süratli bir yargılama yapılsaydı.
Türkiye’nin başına “New York’ta bu çorap” örülebilir miydi?
Eğer...
Türkiye’nin İran’dan enerji alımı Türk hukuku ve uluslararası hukuk çerçevesinde idiyse olay “makro” düzeyde, yargıda aklanırdı.
Yani...
Devlet olarak Türkiye...
.....................
Ama...
Bu Zarrab devletler arası doğal ve meşru işleyiş içinde kendine yer açıp -kendi iddiasına göre- “bazı bakanlara rüşvet vermişse, hatta bunlardan biriyle kapalı banka kapılarının açılması için yüzde 50 yüzde 50 kâr kırışması yapmışsa” bunlar TCK’da “adi suç” tanımına girer.
Sorumluları cezalandırılır.
İran bu yolu izlemişti.
Zarrab’ın Tahran’daki ortağı Babek Zencani’yi müebbet hapse mahkûm etmişti.
Türkiye de aynı şeyi yapsaydı böylesine büyük ve hukuk çerçevesini aşan, 2019 seçimlerini etkilemeyi hedefleyen bir “mega siyaset planı” ile karşı karşıya kalır mıydı?
.....................
Bir de “Zarrab’ın Tarabya dolaylarında FBI ajanlarıyla buluşup, ABD’ye itirafçı olmak üzere anlaştığı” sızıntı iddialarına işaret edelim.
Eğer öyleyse...
Türkiye için böylesine tehlike potansiyeli olan birinin elini kolunu sallayarak eşi ve çocuğuyla -evladımızı Disneyland’a götürüyoruz- gibi naif bir gerekçeyle Miami’ye uçabilmesi anlaşılır gibi değil.