Genç kuşaklar Erkan Yolaç’ın “EVET- HAYIR” oyununa yetişemediler.
Döneminin en tutulan showman’iydi Erkan.
Sahne aldığı mekânda salondakileri tek tek yanına alır, bazen bir kolunu konuğunun omzuna atar ve oyunu başlatırdı.
Oyunun kuralı, Erkan Yolaç’ın sorularına “EVET” ya da “HAYIR” cevabının verilmemesiydi.
Soruları öyle hınzırca, nefes aldırmadan, arka arkaya sorardı ki konuğu bir süre “Bilmiyorum, belki, arada sırada vs.” gibi ortadan cevaplar verse de birkaç dakika içinde avlanırdı.
“EVET” ya da “HAYIR”ı ağzından kaçırırdı.
Ve...
Programın özgün müziğiyle konuğunu yerine uğurlardı.
Gelsin yenisi...
İpe boncuk serer gibi art arda 8-10 kişiye “EVET” ya da “HAYIR” dedirtirdi.
Erkan’ın yenemediği bir konuğa hiç şahit olmadım.
En iddialıları dahil, sonunda “avlanırdı.”
Ben dahil.
...................
İşimiz gazetecilik.
Sabah ilk işimiz Türkiye’de yayımlanan bütün ulusal gazetelere göz atmak.
Birkaç yabancı gazete de dahil.
Belli başlı köşe yazılarını okumak.
Bu arada haber kanallarına kulak kabartmak.
Böylece kendimizi “güncelledikten” sonra “araştırma” başlar.
O gün yazmaya eğilimli olduğumuz konularda kitap karıştırmak, konunun uzmanı akademisyenlere danışmak, siyasetçilerle konuşmak...
Yani...
Yazmaktan daha fazla zaman hazırlık çalışmalarına...
Normal ya da gazeteci diliyle “rutin” program böyle.
Sıkıcı değildir.
Hatta çok çeşitli konularda zihinsel sörf yapmak keyiflidir de.
...................
Ancak...
Şu referandum süreci gerçekten “bıktırıcı...”
Tekdüze olduğu için “yorucu...”
Haber kanallarında saatlerce aynı yüzler, aynı konu, aynı şeylerin tekrarı.
Sık sık ekrandaki siyasetçinin bir sonraki cümlesini tahmin edebiliyorum.
Zaman zaman da kendimi “EVET-HAYIR” oyununa tanık oluyor gibi hissediyorum.
Oy pusulasının beyaz zeminine mühür vurdurulmak isteyen siyasetçiler art arda sorular soruyorlar.
Alanı dolduranlardan her defasında bir “EVET” korosu.
Kahverengi zemine damga vurulmasını isteyen siyasetçi de sorularını, onu izleyenlerden koro halinde “HAYIR” cevabı almak için kurguluyor, sıralıyor.
Erkan Yolaç’ın programından farkı, insanlarımızın alanlara zaten kafalarında “EVET” ya da “HAYIR” demeye hazır gelmiş olmaları.
...................
Demokrasinin temeli olan “sandıklar” için daha ilgi çekici, renkli ve aydınlatıcı yöntemler daha yararlı olmaz mı?
Hangi liderin meydana daha fazla kalabalık topladığı gibi bir rakamsal “yarışma” yerine “interaktif” yöntem uygulansa.
Söz gelişi, kalabalıktan kanaat önderleri görevlilerin gezdirdiği mikrofonlardan liderlere sorular sorsa.
İleri Batı demokrasilerinde olduğu gibi liderler TV ekranlarında birbirleriyle tartışsalar.
Geçmiş yıllarda liderler yan yana dizilirler, biz gazeteciler de onları soru yağmuruna tutardık. TV’lerden canlı yayında milyonlara yansıtılırdı.
Şimdi neden yapılmıyor?
Hiç değilse bundan sonra neden yapılmasın?
Belki böylece değiştirilen 18 anayasa maddesi yerine “hamaset” nutukları atılmaz, referandum konusuyla hiç ilgisi olmayan konularda laf kalabalığı olmaz.
Toplum da sandığa gitmeden önce çok daha iyi aydınlanmış olur.
...................
Gene de sandıklar, yönetilenlerin “kapalı zarflar içinde özgür iradelerini ifade edebildikleri, asıl efendinin kendileri olduğunu hissettikleri” için “demokrasi kutsalıdır.”