Son haftalarda koronavirüs salgınıyla ilgili olarak yapılan bütün söylemler şu yorumla bitiyor:
“Salgın bittikten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...”
“Klişe” deyip geçmeyin.
Tarihte büyük kırılmaların, değişmelerin, yönetimlerin gerçekleşmesi hep “büyük salgınlar” sonrasıdır.
Fransa’nın bilge yazarı Jacques Attali bu savı destekleyen bir yazı yazdı.
Özetle yansıtıyorum...
......................
Bugün, dünyanın başına gelen iki tsunamiyi (koronavirüs nedeniyle sağlık ve bu salgının ekonomide yarattığı tsunamileri, G.C) kontrol altına alabilmekten daha acil ve önemli hiçbir şey yok.
Başaracağımızın da ne yazık ki garantisi yok.
Başarısız olursak, çok karanlık yıllar bizi bekliyor.
“En kötünün ne olduğu” ise belli değil.
Ve bundan kaçınmak için, ileriye, geçmişe ve bugüne bir arada bakmalıyız.
...................
Son 1000 yıldaki her büyük salgın, ulusların siyasi yapılanmasını ve bu yapılanmanın temelini oluşturan kültürleri paramparça etmiş, çok büyük değişikliklere uğratmıştır.
....................
Örneğin...
Avrupa nüfusunun üçte birini yok eden “14. yüzyıl büyük vebası...”
Dönemin eski devlet yapısındaki “dindarların siyasal yeri” derinden sorgulanmıştır.
Din adamlarının veba karşısında insanları kurtaramadığı görülmüştür, onlara güven büyük ölçüde aşınmıştır.
Bu “radikal sorgulama ve güven aşınması” insanların hayatlarını korumanın en etkili biçimi olarak otoriter polis devletini öne çıkarmıştır. (Sokağa çıkma yasakları, hastaları yakarak öldürmek, kireçlenerek gömmek, vs...)
....................
Devlet yapılanmalarında büyük sağlık trajedileri sonucu “şok dalgaları” oluşur.
Yukarıda belirttiğim gibi, “Kilisenin ne hayat kurtarabildiği ne de ölüme bir anlam katabildiği dini ve siyasi otoritesinin sorgulanması sonucu” rahibin yerini polis (otorite) almıştı.
....................
Aynı büyük dönüşüm 18. yy sonunda ölüme karşı mücadelede “polisin yerini doktorun almasıdır.”
Görüyoruz ki...
Birkaç yüzyılda “inanç temelli” bir otoriteden “bilime ve güce saygı temelli” otoriteye geçilmiştir.
Daha sonra da “hukukun üstünlüğüne saygı temelli” otoriteye geçilmiştir.
......................
Her salgın sonrası olduğu gibi bugün de Batı’da var olan güçler, koronavirüsle başlayan büyük trajediyi kontrol edemezse tüm iktidar sistemleri sarsılacaktır.
Başka bir otoriteye dayanan yeni bir model ve değerler sistemine geçilebilir.
Zamanla...
“Bireysel hakların korunmasına dayanan otorite sistemi” çökebilir.
Ve bu sistemle beraber var olan iki mekanizma; “kıt kaynakların paylaşımının yönetimi” ile “bireylerin haklarına saygıya dayalı pazar-demokrasi mekanizmaları...”
.....................
Batılı sistemler başarısız olursa, “yapay zekâ teknolojilerinin kullanılması...”
Sadece otoriter gözetim rejimlerinin kurulması...
Aynı zamanda “yapay zekâya dayalı otoriter kaynak tahsis rejimlerinin kurulmasını” da görebiliriz.
......................
Neyse ki bu krizlerden alınan bir ders de “yaşama arzusunun bütün zamanlarda en büyük güç olduğu ve insanların dünyadan zevk almalarını engelleyen her şeyi alaşağı ettiğidir.”
Aynı zamanda, salgın uzaklaştığında yeni bir yetki meşruiyetinin doğuşunu görür müyüz?
“Toplumlara en fazla empati gösterebilenlerin iktidarı” gibi...
Baskın ekonomik sektörler de empati sahibi olan sağlık, otelcilik, gıda, eğitim, ekoloji sektörleri olabilir.
........................
Elbette, her durumda gerekli olan büyük enerji ve bilgi üretim, dolaşım ağlarına dayanarak baskın olacaklardır.
Gereksiz şeyleri çılgınca satın almayı bırakacağız ve özlerimize geri döneceğiz belki de...
Dünyada nadir ve kıymetli olduğunu öğreneceğimiz “zamanımızdan” en iyi şekilde yararlanmayı da öğreneceğiz.
Bu stratejiyi ne kadar erken uygularsak, pandemiden ve onu izleyecek korkunç ekonomik krizden -nispeten- çabuk çıkabiliriz.