Çekya yargısı Salih Müslim’i -AB sınırları dışına çıkmamak ve yargı sürecine engel olmamak- koşuluyla serbest bıraktı.
Sivilleri hedef alan üç kanlı eylemin sorumlusu olarak Interpol’ün “kırmızı bülteniyle” aranan bir “insanlık suçu” sorumlusunun hiç değilse bir süre tutuklu kalması gerekirdi.
Yargıcın Türkiye’den gönderilen dosyaları okuyacak kadar bile zamanı olmadan verilen “serbest bırakma kararı” elbette üzerine düşen soru işaretleriyle “gölgelendi.”
“Lekelendi” de denebilir.
.......................
Hükümet Sözcüsü Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ “bunun tarafımızdan kabul edilemez olduğunu” açıkladı.
Dileriz bu söylemin sonuca etkisini görelim.
Ancak...
“Umut” beslemek için “pembe gözlükle” bakmak gerek.
Bir önceki yazımda da zaten “Salih Müslim’in yargı önüne çıkmasını erteleme kararı kuşkuları artırdı” diye vurgulamıştım.
Avrupa, ABD, hangi “suçlunun iadesi talebimizi” yerine getirdi ki?
.......................
ABD ve Avrupa devlet yöneticilerinin Türkiye’ye bakışları “negatif” olabilir.
Devlet organlarını ve özellikle yargıyı etkiledikleri doğrudur.
Fethullah Gülen dosyası bu tavrın “referansıdır.”
TSK içindeki örgütüyle uygulamaya konulan 15 Temmuz darbesi apaçık ortadayken, Türkiye’nin “iade” talepleri havada kalmıştır.
.......................
Madalyonun diğer yüzüne de bakmakta fayda var.
Devleti yönetenler, komutanlarının, gizli servislerinin, diplomatlarının, danışmanlarının önlerine koydukları politikaları uygulamanın yanı sıra en azından bunları kadar “kamuoyunun” da etkisi ve baskısı altındadır.
Ülkelerinin ağırlıklı gazeteleri, TV’leri, düşünce kuruluşları, kanaat önderleri her gün Türkiye’yi hedef alıyor.
Toplumun algısı da buna göre oluşuyor.
Yani...
İktidarların elbette dikkate alması gereken “seçmen psikolojisi” de Türkiye’nin “hayrına” değil.
O halde Türkiye liderden lidere yüz yüze ya da telefon görüşmelerinin, diplomatların, gizli servislerin diyaloglarıyla sonuç almaya çalışırken, ABD ve Avrupa kamuoylarını da etkilemelidir.
.......................
Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ABD Türkiye’ye “silah ambargosu” koymuştu.
2 ülke arasındaki ilişkilerde gerilim tırmanıştaydı.
ABD medyası “işgalci Türkiye” algısını üreten yayınlar yapıyordu.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Robert Kolej’den arkadaşı -Atatürk’ün en yakınlarından Kılıç Ali’nin oğlu- Altemur Kılıç’ı New York’a “orta elçi” olarak gönderdi.
Görevi, ABD medyasına Türkiye’nin tezini anlatmak, diyalog kurmak, bu çok sert olumsuz havayı ılımlı hale getirmek.
Merhum Altemur Kılıç diplomat değil, gazeteciydi.
Sağ eğilimli olduğu için, demokratik sol lideri Bülent Ecevit’le mücadele etmişti. Hatta dargındılar.
Ama...
İletişimin önemini bilen Ecevit, bütün bunlara rağmen, Altemur Kılıç’ı bir tür hükümet sözcüsü olarak orta elçi payesiyle New York’a göndermişti.
Bu sadece bir örnek.
Liderlerin de “medya maratonuyla” sonuç aldığının örneğine Londra’da merhum Turgut Özal’ı izlerken tanık olmuştum.
Bir başka yazıya...