Sanatı: Gazetecilik.
Nereye gideceği: İzmir.
Gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay’ın biri İngilizce ve diğeri Fransızca yazılmış iki vizesi.
Üzerlerinde birer de fesli fotoğrafı.
....................
İzmir’in düşmandan alındığı 9 Eylül’de İzmir’e vapurla giden Falih Rıfkı Atay’a işgal kuvvetleri tarafından vize verilmiştir.
İstanbul’dan Akdeniz’e yolcu taşıyan Lamartine vapuru İzmir limanına yanaşacaktır.
Falih Rıfkı burada inip Başkomutan Mustafa Kemal’le konuşacaktır.
Falih Rıfkı “ÇANKAYA” kitabını yazarken “Zafer Sonrası” bölümünün ilk sayfasına işte böyle başlar.
Gözü çalışma masasının üzerindeki, “Yolculuk vesikalarım” dediği “vizelere” takılmış, duygulanmıştır.
“Sözde kendi memleketimizdeyiz” diye yazar bu ilk sayfaya.
Ve şöyle devam eder:
Yakup Kadri’yle beraber Paquet kumpanyasının Lamartine vapurundayız.
Ta Kadife Kale’de Türk bayrağını görünceye kadar İzmir’e çıkıp çıkamayacağımızı bilmiyorduk.
Limanda derin bir sessizlik.
Zırhlıları ile, kruvazörleri ile, torpidoları ile İngiliz donanması orada...
Sanki hepsi birbirine “sus!” diyor.
....................
Aynı kitabın bir başka sayfasında işgal kuvvetlerinin Türklere kendi ülkelerinde seyahat edebilmeleri için verdikleri vizelerin fotoğrafları da var.
Muğla’dan İzmir’e gitmek için bile, Osmanlı vatandaşı Türk işgal kuvvetlerinden “vize” almak zorunda.
Türkiye işte böyle bir Osmanlı acı finalinin küllerinden doğmuştur.
Başkomutan Mustafa Kemal’i, onun silah arkadaşlarını, kahraman Türk askerlerini büyük sevgi ve saygıyla anmamızın simgesel resmini bu anılardan kelimelerle çizmeye çalıştım.
26 Ağustos’tan başlayarak 30 Ağustos büyük zaferinin, İzmir’in kurtuluşunun arifesinde duygu yüklüyüz.
....................
Bu muhteşem zaferin Başkomutanı Mustafa Kemal’den o ilk güne ait bir anıyı daha Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden sunayım.
Falih Rıfkı ve Yakup Kadri Kramer Palas Oteli’ne gidip güçlükle bir oda bulur ve eşyaları bırakır.
Sonrasını şöyle anlatıyor:
Otel yabancı ve yerli Hıristiyanlarla doluydu.
Bize anlattıklarına göre, Mustafa Kemal de şehre girince bu otele uğramış.
Ne sırması, ne de önünde arkasında koşuşan generalleri ve subayları var.
Dolu salona girmek isteyince, garson, “yer olmadığını” söylemiş.
Fakat müşterilerden biri tanıyıp da “Mutafa Kemal... Mustafa Kemal” diye bağırınca kalabalık birbirine girer.
Mustafa Kemal “kimsenin rahatsız olmamasını” rica eder.
Ve yanındakilerle bir masaya oturur.
......................
Falih Rıfkı ve Yakup Kadri’yi, Ruşen Eşref Ünaydın Mustafa Kemal’in karargâh olarak kullandığı eski bir Rum evine götürür.
Ve Falih Rıfkı şöyle anlatıyor:
Rıhtımda bir yalının alt salonunda açık bir pencere.
Başkomutan’ı yanlamadan görüyoruz.
Tığ gibi bir asker, keskin, canlı ve yanık bir yüz...
Karşısında “ayaküstü selam duran iki İngiliz subayı...”
Bunlar büyük rütbeli subaylar imişler.
Osmanlı nazırlarından bile daha dik konuşan “üniformalı İngilizleri, Başkomutan’a put gibi selam durur görmek” adeta içlerimizi soğuttu.
......................
Bunların emrindeki subaylar, daha 24 saat önce, bulundukları toprakların asıl sahibi insanlarımıza bir ilden diğerine seyahat için vize veriyorlardı.
Hem de lütuf gibi...