Cumhur-başkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki telefon görüşmesinin içeriğini bilemiyoruz.
Ancak...
İçerik ne olursa olsun, bu “telefon diyaloğunun gerçekleşmesi” bile önemlidir.
Şu geçilmekte olan süreçte Türkiye her iki “süper büyükle” de ilişkilerini devam ettirebilmeli.
Sadece bunlardan biriyle yan yana olup, diğerinden kopmak büyük hata olur.
***
Yakın geçmişi hatırlayalım.
Rus savaş jetini F-16’larımızın düşürmesinden sonra Türkiye, ABD’nin dayatmaları karşısında “seçeneksiz” kalmıştı.
ABD tarafından PKK/YPG’nin Fırat’ın doğusuna doğru önü açılmıştı.
ABD de Fırat’ın doğusunda bayrak gösteriyordu.
Türkiye, ÖSO’yu destekleyen TSK güçleriyle Menbiç’e doğru ilerleme işaretleri verirken, bir bakıldı ki o coğrafyada Rusya da bayrak gösteriyor.
Yani...
TSK destekli ÖSO Fırat’ın batısına Menbiç’e ilerlerse karşısında önce Rusya’yı bulacaktı.
Sonra da ABD tanklarının, zırhlı araçlarının fink attığını bile bile yürümek... Ki bunun da olmayacağı açıktı.
Durduk.
Sinema deyimiyle, “kare dondu.”
***
Ne zamana kadar?
Erdoğan - Putin arasında buzların erimesine kadar.
Türkiye “Suriye masasında” eline “Rusya” kartını alınca, film yeniden akmaya başladı.
Zeytin Dalı Harekâtı bir TSK zaferi olduğu kadar, diplomasi başarısı olarak da okunmalı.
Eğer “Rusya kartı” olmasaydı, F-16’lara Rusya kontrolündeki hava sahası açılmasaydı, harekât bu kadar kısa sürede tamamlanabilir miydi?
Bir hatırlatma...
Ağır silahlarla donatılmış Suriye rejimine yakın güçlerin Afrin’e doğru hareketlenen konvoyu F-16’larımızla vuruldu, yok edildi.
Oysa...
Gerisi de gelecekti.
F-16’lar yok etmekle kalmamış, bu öncü hareketlenmeyi izleyecek çok daha büyük destek konvoyları için de “caydırıcı” olmuştur.
F-16’larla, akıllı füzelerle birbirine bağlı beton mevzilerin, beton kulelerin, İHA’larla görüntülenen PKK/YPG silahlı birimlerinin tepelerine inildiği de bir gerçek.
Dahası...
Olası BM Güvenlik Konseyi karar mekanizmasının çalıştırılması bile “veto” hakkı Rusya kartıyla kırmızı ışığa takılmış olamaz mı?
***
Şimdi de Rusya’ya karşı Türkiye’nin “ABD kartını” elinden yitirmemesi gerekir.
Bu kez de Rusya’nın doğrudan ya da dolaylı olası tavırları önünde Türkiye’nin ABD ile bir hareket alanını açık tutma seçeneği olmalıdır.
Adını -şimdilik- vermeyeceğim bir eski Genelkurmay Başkanı, kendisinin bazı söylemlerinden huylanan Amerikalılar tarafından sorulara muhatap olduğunda şöyle demiş.
“Türkiye bir süper büyük değil.
Kendi gücünün bilincinde olmak, gerçekçi denge politikaları sürdürmek durumundadır.”
Doğrudur.
Buna ilave olarak, Osmanlı’nın son yüzyılından başlayarak Cumhuriyet döneminde de “kuvvet bloklarıyla dayanışma” dış politikamızın omurgası olmuştur.
Bazen dayanışma içinde olduğumuz kuvvet bazen karşımızda yer almıştır ama başarılı dış politika dönemlerimizde “tercih” Ankara’nın olmuştur.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Derinliğini bilmediğin suya iki ayağınla birden girme. Bir ayağın karada olsun” söylemi anlamlıdır.